Neden hayatta kaldım?
Hiç varolmaması gereken biri gibi hissediyordum.
Herkesin yerini bulup oturduğu kalabalık bir sofrada, ayakta kalmış gibi hissediyordum.
Bardağı taşıran o son damla gibi.
Hiç bir zaman bardağa ait olamamış ve gelişiyle her şeyi alt üst etmiş o damla gibi hissediyordum kendimi.
Nereye gidersem gideyim, nereye saklanırsam saklanayım, ne kadar yalnız kalırsam kalayım bu duygudan kurtulamayacağımı biliyordum.
Boş bir asansör, tek kişilik bir yatak ya da ıssız bir ada. Farketmeyecekti.
Eldivenli ellerime bakıyordum.
Parmaklarım fazlaydı.
Ayaklarıma bakıyordum, onlar da fazlaydı.
Fazla yer kaplıyordum.
Gözlerim fazlaydı.
Görmemem gereken ne varsa görmüştüm, görüyordum, görecektim.
Göğüs kafesim bir çan kulesiydi.
Kalp atışlarım beni sağır ediyordu.
Ben fazlaydım, dünya fazlaydı.
Neden hala hayattayım?
Elbette hayatta olmak, yaşamak anlamına gelmiyordu.
Ama bu soruları sormam için nefes almam bana yetiyordu.
Bazen böyle olur, gün içinde bir an gelir ve ben var olduğum için utanırdım.
Bütün gücümle utandım.
Bin yıl yaşasam binlerce neden daha bulurdum.
Çünkü insan kendine karşı acı ve öfkeden başka ne hissedebilir, bilmiyordum.