“İdeal ve trajik bir sevgiyle sevmeyi, dostum, kuşkusuz harikulade başarıyorsun, bundan hiç kuşkum yok, yürekten kutlarım seni! Ancak, şimdi biraz daha alışılmış ve insancıl bir sevgiyle sevmesini öğreneceksin.”
“Sana dans etmeyi, oyun oynamayı ve gülümsemeyi, ama yine de halinden memnun olmamayı öğreteceğim. Ben de senden düşünmeyi ve bilmeyi, ama yine de halimden memnun olmamayı öğreneceğim. Her ikimiz de şeytanın çocuklarıyız, farkında mısın?”
Aziz Tanrım, nasıl gerçekleşebildi bu? Nasıl bu hallere düştüm ben? Kanatlanmış uçan benim gibi bir genç, bir yazar, sanat perilerinin bir dostu, dünyayı gezip dolaşmış bir kişi, benim gibi ateşli bir idealist?
Gerçek erdem zengin, kudretli ve bilgili olmasını, mis kokulu yataklarda yatmasını bilir. Hayatı sever; güzelliği de, şan şerefi de, sağlığı da sever. Fakat onun özbeöz işi, bu nimetleri ölçü ile kullanmasını ve yiğitçe bırakıp gitmesini bilmektir.
Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi bir gün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.
Ama biliyorum, izin vermeyecek insanlar rahatça kendimizi yok etmemize. Arkadaş olacaklar. Aşık olacaklar. Sırdaş kesilecekler başımıza. Robinson’un bile yanına Cuma’yı veren dünya, üzerinde yaşayan bütün insanları tanıştırma gibi hastalıklı bir saplantıya sahipken uzak kalmamız çok zor olacak gündüzün ve gecenin sesinden…
Şiirin başlıca temeli, daha şiir başlamadan şairin imgeleme yetisinde tohum olarak yaşayan o duygudaşlık bağlarının, o biyolojik saplantıların önemini bilinçaltı bir duyarlıkla sezmektir.
Bir sıfatın daha önce birlikte görülmediği bir isimle yan yana getirildiğini gördüğümüzde heyecanlanıyorsak, bundaki incelik, yaratıcılık parıltısı, şairin ustalığı değil, bu birleşmenin aydınlığa çıkardığı yeni gerçeklerden duyduğumuz şaşkınlıktır bizi etkileyen.
Dünyayı değiştirmek, onu daha iyi ve daha az gayriâdil kılmak istiyorduk; yeni yaşama ve sevme tarzları bulmak, birlikte yaşamanın yeni biçimlerini tecrübe etmek, kısacası her şeyi denemek istiyorduk. Hep âşık oluyorduk ve durmadan fikir tartışmaları yapıyorduk. Her şeyi, hiçbir a priori’ye dayanmadan öğrenmek istiyorduk. Kafa karışıklığı anları ve de harikulâde bir şekilde yepyeni bir dünyanın şafak sökümünün belli belirsiz kendini gösterdiği anlar vardı.