13 Haziran'da Wilson, Londra'ya himayeleri altında bağımsız Kürdistan'ın teşkilini ve bu yeni siyasal oluşuma Van, Bitlis, Diyarbakır ve Mamuretülaziz'in alınmasını önermişti. Kendisine danışan Noel'e Wilson, İstanbul'a gidip Bedirhanlar'la görüşmesini, aliden birini alarak Türkler'in "İslamcı" propagandasını kırmak amacıyla Güneydoğu Anadoluyu turlamasını da teklif edecekti. Böylece, Noel'e Emin Ali Bedirhan'ın oğullanndan Seyid Moin, şeyh Abdülkadir'in damadı ve Dersimli Seyyid İbrahim'in katılması kararlaştırılacaktı. Ne var ki, sayılan bu şahıslar "ikinci" derece ağırlıla sahiptiler, yöre halkını ikna etmeleri güç olabilirdi. Abdülkadir Türkler'den korktuğu için böyle bir misyona katılmak istemiyordu. Noel, herşeye rağmen Emin Ali'nin kendisine katılmasını tercih ederdi. Yine de elindeki işbirlikçilerle yetinmekten başka çaresi kalmayan Noel, Kürt Kulübü üyelerinin İstanbul'daki Yüksek Komiserliğe başvurarak bu görevi kabul eden arkadaşlarının canlannın teminat altına alınmasını istediklerini kaydediyordu. Yüksek Komiser de cevap olarak "Kürtleri Türk Hükümeti'ne karşı bir ayaklanmaya teşvik etmedikleri ve sadece Osmanlı propagan dasına karşı çıktıklan sürece gerekli güvenlik tedbirlerini alacaklarını" bildirecekti.
Acaba Türkler'le Araplar "İslamcılık" şemsiyesi altında yeniden biraraya mı geleceklerdi? Bu cepheye Müslüman olan Kürtler de katılırsa, İngiltere'nin hali nice olurdu? Diyarbakır'da Seyyid Ahmet'le, Seyyid Mehdi adında Samarralı iki Arap İngiliz aleyhtarı propaganda yapmaktaydılar. Bu iki zat Türk himayesi altında Arap muhtariyetini savunuyorlardı. Bu bilgiler ışığında Noel, Araplar'ın Kürtler'den daha dindar Müslüman oldukları kanaatine kapılmış ve İngiltere olarak Araplar yerine gayretlerini Kürtler üzerinde yoğunlaştırarak, onları dini değil milli hedefler doğrultusunda yönlendirme ihtimalinin güçlü olduğuna inanmıştı.
Kürtler hakkında; İrani (veya Ari), hatta Arabi kökenli olduklarına dair iddialar ileri sürülmüşse de, son yıllarda kaleme alınan gerek etnolojik ve gerek sosyo-kültürel araştırmalar onların menşei Orta Asya'da bulunan Turani bir kavim oldukları hususunda birleşmektedirler. Bu itibarla dil, edebiyat, dini inançlar, gelenek ve görenek, musiki ve dokumacılıkta Batı (Anadolulular) ile Doğu Türkleri (Orta Asyalılar) arasında toplum hayatı bakımından herhangi bir farklılaşma göstermeyen Kürtleri Türk Kültür dairesi içinde telakki etmemiz mümkündür. Ancak, bazı iç ve dış etkenler sebebiyle Kürtler'in XX. yüzyıla giden yol üzerinde giderek soydaşları Türkler'den ayrı bir "alt-kültür" nüvesi oluş turdukları ve Ortadoğu'da bazı çıkarları olan devletler tarafından yeni bir etnik hüviyet kazandırma sürecine doğru sürüklenmeye çalışıldığı gözlemlenecektir.
İbni Teymiye, Muhammed b. Nasır el-Mervezi'den naklen diyor ki: Allah'a dair ilim, iman; O'nun hakkındaki cehalet ise küfür demektir.
Bunun gibi farzlara dair bilgi, iman; bunlar hakkında farz kılınışlarından önceki cehalet ise küfür demek değildir.
Çünkü Resulullah'ın (s) ashabı, Allah, elçisini onlara ilk gönderdiği sırada Allah'a imanlarını ikrar ettiler ve lakin bunun akabinde kendilerine farz kılınan hususları bilemediler. Buna rağmen gelecek olan farzlara dair bu cehaletleri, küfür olmadı. Akabinde Allah (c) onlara farzları indirdi. İşte bu farzları ikrar etmeleri ve onları yerine getirmeleri iman oldu. Mamafih onu inkâr eden ise Allah'ın haberini yalanladığı için, kâfir oldu. Şayet Allah'tan bir haber gelmemiş olsaydı sırf buna dair cehaleti sebebiyle hiç kimse kâfir olmazdı. Bu bağlamda haberin gelişinden sonra Müslümanlardan bunu duymayan olursa bu cehaleti sebebiyle gene kâfir olmamaktadır. Ne var ki Allah'a dair bilgisizlik (cehalet) her halukarda küfürdür. Bu, ister haberin gelişinden önce olsun ister sonra.
Akıl, insanoğluna verilen en büyük nimetlerdendir. Zira o, Rabbini tanımada bir alet, Peygamberini tasdik etmede bir araçtır. Ancak akıl insanın tüm isteklerine cevap veremediğin- den dolayı Allah (c.c.) Peygamberler gönderip kitaplar indir- miştir.