… İki yıl önce göç edip gelmişler İstanbul’a. Niye geldiklerini tahmin edebiliyordum, ama yine de ondan dinlemek istedim. Çok temkinli bir şekilde ve sesini biraz alçaltarak orada karşılaştıkları baskıları anlattı. Sonra kısa bir sessizlik oldu. O arada ne düşündü bilmiyorum, birden iri kara parmağını önündeki bardağa doğru uzatıp bana döndü ve “bak şimdi..” dedi:,… bu çay değil midir, ha? Şimdi sen de görüyorsun ben de görüyorum, ve bu kahvedeki bütün millette görüyor ki bu çaydır. Peki devlet ne diyor? Devlet diyor ki, yok bu çay değil, bu kahvedir. Hiç böyle şey olur mu?”