“ Bu kapıları bana Atatürk açtı softa herif anladın mı, Atatürk açtı bu kapıları bana, sen kim oluyorsun da yeniden o karanlık deliklere tıkmaya kalkıyorsun Türk kadınını ha!”
Normal şeylerin sıkıcı bulunduğu bir devre denk geldik sanırım. Müthiş bir oburluk çağı. Yeni insanın nefsi doymuyor. Sıradanı tükettik. Mutluluk dediğimiz şey sadece anlık. Lunapark treni gibi hızla çıkıp hızla inilen bir yer mutluluk...
İnsanla insanı bağlayan yegâne şey sevmekten başkası değildi; ne olursa olsun, bir insanı eskimeyen, durduğu yerde kıymetlenen, olanı biteni unutturan bir sevgiyle sevebilmek varabileceğin en üst mertebesiydi bu işlerin.
Kızmadım ona beni bir daha aramadığı için. Gücenmedim. Üzülmedim dersem yalan olur. Güzel adamdı. Bir kadının nadiren karşılaşacağı, bulunca kaybetmek istemeyeceği biriydi. Çelebi bir insandı. Ama iyi ki bir daha aramadı dedim sonra.
Doğru düşünseydi, elimizde sıkı sıkıya tutamadığımız hiçbir şeyin bizim olmadığını bilmesi gerekirdi.
Aslında hiçbir şeyi sıkı sıkıya tutamadığımızı da.