Evet, nefret ediyordum sabahları yataktan çıkmaktan. Hayata yeniden başlamak demekti, bütün geceyi yatakta geçirince insan kolay kolay vazgeçemeyeceği bir mahremiyet geliştiriyordu yatağı ile. Ben hep yalnız biri olmuşumdur. Bağışlayın, kafadan biraz, kontağım galiba, ama arada sırada ayaküstü yapılan bir düzüşmeyi saymazsak, dünyadaki bütün insanlar yok olsa umurumda olmaz. Evet, hoş değil, biliyorum. Ama bir sümüklüböcek kadar hoşnut olurdum; beni mutsuz eden insanlardı sonuç olarak.
İntihara meyilliydim, zaman zaman ağır bunalımlara giriyordum, kalabalığa ve özellikle de sıraya girip beklemeye tahammülüm yoktu. Ve hayatlarını sıraya girip bekleyerek geçiren bir toplum olmaya doğru gidiyorduk.
Havagazı ile intihar etmeyi denemiş, başarısız olmuştum. Ama başka bir sorunum vardı. Sabahları yataktan çıkamıyordum. Nefret ediyordum yataktan çıkmaktan.
•
❝
—Çok ölüm vardı böyle ve ölümü bilmemize, hemen hemen her gün düşünmemize rağmen, sıra dışı ve sevilen birinin ani ölümüyle karşılaştığımızdazordu ölümü kabullenmek.
❞
•
O psikiyatrlardan biri ile bir süre konuştuktan sonra insanın aklından şüphe etmemesi mümkün değildi. Psikiyatrların çoğu kendi akıllarından şüphe ettikleri için psikiyatr oluyorlardı. Bir deli için en kötü şey kendi aklını tahlil etmesidir, karşı tezlerin hepsi palavradır.
hiçbir erkeğin bedeline katlanamayacağı kadınlar vardır, ama birinin bıraktığı yerden devam edecek bir ahmak çıkar mutlaka, o yüzden onu terk etmekten ötürü bir suçluluk duymadım.
Şefin çalmaktan hoşlandığı, benim klasik müziğin yuva sınıfına dahil edeceğim parçaların bazıları; Offenbach'in La Vie Parisienne'i. Ravel'in Bolero'su, Rossini'nin La Gazza ladra uvertürü, Çaykovski'nin Fındıkkıran Süit'i (şeytan bizi korusun!), Bizet'nin Carmen'i, Copland'in Meksika Salon'u, de Falla'nin Üç Köşeli Şapka Dansı, Elgar'in Debdebe ve Tantana Marşı, Gershwin'in Mavi Rapsodi'si (şeytan bizi iki kez korusun!); ve şu anda aklıma gelmeyen bir sürü parça daha...
aslında bütün korkunç gerçek kimsenin elinden hiçbir şey gelmediğiydi - şairler şiir yazamıyorlardı, tamirciler arabaları tamir edemiyorlardı, dişçiler diş çekemiyorlardı, berberler saç kesemiyorlardı, cerrahlar neşterle çuvallıyorlardı, çamaşırhaneler gömleklerini ve çarsaflarını yırtıyor, çoraplarını kaybediyorlardı; ekmeklerden ve fasulyeden diş kıran küçük taşlar çıkıyordu; futbolcular korkaktılar, telefoncular sübyancı; valiler, bakanlar ve baskanlar örümcek ağına yakalanmış sümüklüböceklerin sağduyusuna sahiptiler, falan filan falan filan, karanlık ve yağmurlu, ayık kal be adam, dağılma..