Modern resimdeki araştırmalar biliminkilerle ilginç bir biçimde örtüşüyor. Klasik eğitimde desenle renk birbirinden ayrılır: nesnenin uzamsal şeması çizilir, sonra da bu şema renklerle doldurulurdu. Oysa Cezanne şöyle diyor: "İnsan renk sürdüğü ölçüde desen çizer." Demek istiyor ki algılanan dünyada da, bu dünyayı dışavuran tabloda da nesnenin konturunu ve biçimini renklerin bittiği ya da değiştiği noktadan ayıramayız, her şeyi (nesnenin biçimini, kendine özgü rengini, fizyonomisini, yanındaki nesnelerle ilişkisini...) içeren renk cümbüşünden o konturu ve biçimi kesin çizgilerle ayıramayız. Doğa nesnelerin konturunu ve biçimini gözlerimizin önünde nasıl meydana getiriyorsa, Cezanne da onları öyle meydana getirmek ister: renklerin düzenlenişiyle. Renklerin dokusuna sonsuz bir özenle işleye işleye resmettiği bir elma da bu yüzden sonunda şişer ve akıllı uslu desenin dayattığı sınırlara sığmayıp çatlar.
Her bir etkileşimde iktidar pazarlığı yapılır ve kişinin hiyerarşi içindeki konumu belirlenir, bu hiyerarşinin esnekliği, değişkenliği ve kesin çizgilerle belirlenememesi de durumu değiştirmez. Feminist dilbilimci Joanna Thornborrow Foucault'nun çalışmalarından yararlanarak kurumsal statüyle (yani kişinin bir kurum içindeki konumundan dolayı elde ettiği, yani bir doktorun ya da polis memurunun statüsü) başkalarıyla girdiği belirli etkileşimlerde yaptığı pazarlık sonucu elde ettiği kendi deyimiyle yerel statüsü arasında kritik bir ayrımda bulunur (Thornborrow 2002). Bu iki statü hem birbirleriyle etkileşim hâlindedir hem de birbirlerini etkilerler ama birisinin yerel statüsünü değiştirebilmesi genelde mümkün olduğundan (örneğin genelde kurumsal statüsü daha yüksek insanlarla ilişkilendirilen dilsel stratejileri kullanarak) ancak aynı kişinin benzer yollardan kurumsal statüsünü değiştirmesi daha zor olduğundan bu iki statü birbirlerinden ayrı çözümlenir ve bu da faydalı bir yaklaşımdır.