Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Varoluşçuluğun Danimarkalı babası Soren Kierkegaard, ilk aşk acısını 24 yaşındayken tattı. O sırada 15 yaşında olan Regine Olsen, karamsar filozofun dikkatini çekmişti. Kara sevda, Kierkegaard'ın daimi melankolik halini kısa süreliğine kesintiye uğrattı. Filozof, genç kız hakkında günlüğüne şunları yazmıştı: Aman Tanrım, neden bu duygular şimdi uyanmak zorunda; kendimi ne kadar yalnız hissediyorum!"
Danimarkalı şair Piet Hein'in bir dizesini düşünüyorum: Şimdiyi hiç yaşamayan, hiç yaşamaz. Sen ne yapıyorsun?
Reklam
Greta'nın olmak istediği kadın olabilmesi için Danimarka'da yalnız, Avrupa'da bağımsız olması gerekiyordu. Nihayet nefes alabildiğini hissedebilmesi için kendisiyle ailesi arasına bir okyanus, bir kıta koyması gerekiyordu.
Bazen Greta iş yükünün ağırlığını hissediyor, herkes dışarılarda gezip güzel vakit geçirirken sadece kendisi çalışıyormuş gibi geliyordu. Sanki her şey onun omuzlarına binmişti ve bir an durup başını bir yerlere dayasa küçük, samimi dünyaları yerle bir olacaktı.
Neyi hatırlayıp neyi hatırlamadığı konusu Lili'yi rahatsız etmiyordu. Hayatının, önceki hayatının önemli bir kısmının küçük bir çocukken okuduğu bir kitap gibi olduğunu biliyordu. Hem tanıdık hem unutulmuş...
Lili yalan bir hayatın hiçbir anlama gelmediğini anlamıştı. Kime dönüşmek istiyoruz? Kendimizi ne olarak görüyoruz? Kimliğimize dair bu sorular çoğunlukla insanın kendine dair çatışmalarının temelini oluşturur. Bunları çözerseniz özgür olmaya daha yakınlaşırsınız.
Reklam
"Nasıl bir yardım istediğimi tam olarak bilmiyorum" , diyordu Einar. "Bu şekilde yaşamaya devam edebileceğimi sanmıyorum." "Ne gibi?" "Kim olduğunu bilmiyormuşum gibi."
" İnsanlara biraz daha güvenebilmeyi öğrenmelisin gerçekten.."
Sanki Einar sonu gelmez bir dönüşüm sürecindeymiş, sanki tüm bu değişimler, gizemli kanamalar, çökmüş yanaklar, bitmeyen özlem asla bitmeyecekmiş, son bulmayacakmış gibiydi. Sonra düşündüğünde şu kanıya varırdı: Değişmeyen bir şey var mıdır ki? Herkes her zaman yeni birisine dönüşmüyor mu?
"Endişelenme," dedi. "Endişeli değilim." “Endişeli olmanın yanlış bir tarafı yok."
Reklam
Greta çizim yaparken hiçbir şey düşünmezdi ya da ona öyle geliyordu: beyninin, düşüncelerinin, paletinde karıştırdığı boyalar kadar hafif olduğunu hissediyordu. Güneşe karşı ilerlemek gibiydi. Çizim yapmak adeta körü körüne, ancak inançla yoluna devam etmekti.
Greta ayrıca her ne olursa olsun kendisini evliliğe çok uzak hissederdi. Ne zaman genç bir adam (düşmüş bir aristokratik sülaleden gelen basık suratlı bir Danimarkalı veya Amerikalı bir çelik patronunun bir yıllığına Avrupa turuna çıkmış olan oğlu) onu baleye veya Christian Limanı kanallarında bir geziye davet etse ilk aklına gelen düşünce, beni elde edemezsin, olurdu. Tek istediği entelektüel bir kadın olmaktı.
Hayaller paylaşılmamalıdır, demişti bir gün Hans ona.
Karşı çıkma, radikal olma dürtüsü sürekli olarak içinde kıpırdanan Greta, bazen aslında kastetmediği şeyleri, öylesine aklına geldiği gibi söylerdi.
Ailesinin kim olduğunu hiç kimsenin bilmesini istemezdi. Bir ergen olarak bile hiçbir zaman bu tür bağlantılara sırtını dayamak istememişti. Atalarına fazlasıyla güvenen insanlardan nefret ederdi. Ne anlamı vardı ki?
57 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.