Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Derya Yaşar

Cemiyetin kaderini yapan her türlü geçici şartlar aşılsa bile, çok derinde, aşılması imkânsız olan bir duvar vardı. Bu her medeniyetin fertlere bir miras gibi aşıladığı, içtimaî bir insiyak hâlinde babadan oğula süregelen zihniyetti. Onu değiştirmek çok güçtü. Halbuki o olduğu gibi kaldıkça her adımda bin bir şekle bürünerek gene karşımıza çıkacaktı.
Sayfa 86 - *içtimai: Toplumsal, *insiyak: İçgüdü. Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kafasında birdenbire kopan ihtilalin istediği kadar hür değildi. Engine, geniş ve kurtarıcı düşünceye, onun aydınlığındaki savaşa açılacağı yerde, biribirine çok yakın birtakım iskelelere benzeyen birkaç kelimenin üzerinde takılıp kaldı. Onları avucunun içinde şakırdattıkça bütün anahtarlar kendindedir sanıyordu. Hakikatte bir türlü atlayamadığı bir eşiğin üstünde kararsız ve biçare, ne geriye, ne ileriye kımıldamadan kalmıştı. Bunu anladığı zaman bu kelimeleri de bıraktı. Daha ziyade nefsi kar- şısında sarih olamayanları bekleyen koyu bir bedbinliğe düştü.
Sayfa 85 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Fikirlerimiz, onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimdirler.
Sayfa 85 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
O zamanların İstanbul'unda medrese, icabında Saray'a veya Babıâli'ye karşı kullanılabilecek büyük bir kuvvet unsuru idi. Ikinci Mahmut devrinde adı bile geçmeyen "talebe-i ulûm", Tanzimat tan sonra Saray'ın, vezirlerin sık sık müracaat ettikleri, kâh İstanbul efkáriumumiyesini avlamak için kâh ferdi sivasetlerini zorla terviç ettirmek için harekete getirdikleri bir muvazene åmili olmuştu. Abdülaziz devrinin sonlarında ise adeta devlet hayatını kendiliğinden kontrol eder bir hâle gelmişti. Onun için paşaların çoğu bu kuvveti kollamak, kendi aleyhinde yahut devlet aleyhinde harekete geçmemesi için onu tutmak zorunda kalıyorlardı. Devlet dizgini Ali Paşa'nın sıkı ellerinden çıkınca İstanbul'un iç hayatına medrese hâkim olmuştu. İslâm âleminin geçirdiği buhran, Cemiyet-i Tedrisiye-i Islamiye'nin faaliyetleri, yeni fikirleri benimsemiş birçok büyük bilginlerin mevcudiyeti, adeta ihtilalci adı verilebilecek bir yığın müderris, onun bu devirde cemiyet meselelerini menfi tarafından tutmasına engel oluyordu. Bu yüzden, yenilik taraftarn paşalar, bu kuvvetin başka ellere geçmemesi için çok uvanık duruyorlar, onu hem başıboş bırakmıyorlar hem de kontrol sayesinde bu kuvvetin kendi fikirleri aleyhinde bir hareketin den çekinmiyorlardı.
Sayfa 74 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Bakış açısı değil görmek istediği şekilde yorumlamak
Gençliğinde bütün kadınlar hemen her cinsi güzeldi, ahmaktı. Karısından tutun da, bir zaman oğluna Fransızca öğretmek için o kadar dedikoduya rağmen evine aldığı mürebbiyeyeye, oğluna Fransızca öğreteceği yerde ondan "fıkıh, feraiz" öğrenmeye kalkan o Paris'li kadına kadar tanıdığı bütün kadınlar onun için sohbete elverişli olmayan mahlûklardı. Sonra, yaşı ilerledikçe, onlarda "ilâhî hikmet'in acayip bir tecrübesini görmeye başlamış, onlara katlanmaktan başka çare olmadığını öğrenmişti. Şimdi ise ağır bir romatizmanın kendisini zaman zaman çivilediği köşe minderinde, kadın denen mahlûk onun için üçüncü defa manasını değiştiriyordu.
Sayfa 66 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kadın
Sadece bir güzelliğin, genç bir vücuttan, insan tecrübesiyle henüz yıpranmamış bir zekâdan taşan bir yığın esrarın karşısında olduğunu biliyordu. Gene biliyordu ki her ömrü kemiren bir yığın ihtiras, erişmek, ele geçirmek kaygıları hayatı boyunca bu saadeti kendisinden gizlemişti. Şimdi ise bütün defter dürülmüş, hesaplar kapanmıştı. Ne kadar kuvvetli olursa olsun, ufukta kendisini çekecek hiçbir serap, hiçbir aldatıcı ışık yoktu. Bir adım atar atmaz kendisini yutacağını bildiği bir karanlığın eşiğinde, duvarları dış dünyaya kapalı bir bahçede bir akşam gülünü koklar gibi yaşıyordu. Kendisine bu lezzetleri veren mahlûk, din kitaplarının insanoğluna bir nevi tuzak gibi gösterdiği, hayat mücadelesinin ileriye bakan her göze tehlikeli bir engel gibi işaret ettiği mahlûktu.
Sayfa 66 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Ona göre esas olan, zaman dediğimiz şeyi insan ruhunun benimsemesi, bir meyve ısırır gibi, kendi izini ona kuvvetle geçirmesiydi. Her türlü saadet ve felâket düşüncesinin üstünde bir talihin kendisini tamamlaması lazımdı. Istırap insanoğlu için gündelik ekmek, ölümse sadece bir kaderdi, ikisinden de kaçılamazdı. Asıl dava, derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleştirmek, ölümlü hayata şahsî bir çeşni vermekti.
Sayfa 64 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Ah, eski İstanbul! İçten içe kaynaşan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla, kin ve sevgileriyle, birdenbire coşan nefretleriyle, kaynayan sular gibi içten dönen ve derinleşen dolaplarıyla, daima kızdırılmış bir kaplan gibi atılmağa, parçalamağa hazır ocaklarıyla, tekkeleriyle, esnafıyla, o kadar parça parça, dağınık göründüğü hâlde istediği gün, sokakta, çarşıda, meydanda birdenbire birleşen, acayip ve korkunç bir mahluk gibi halka halka büyüyen, genişleyen, okyanuslar gibi homurdanan, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan, devirip altüst eden, kadını erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlılığın üstünde canlı şehir.
Sayfa 44 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
ilk defa olarak, insani zaafın da bir nevi kuvvet olduğunu öğrenmiş, büyük kartal uçuşlarının alıp götürmediği yerlerde sabrın, küçük ve devamlı çalışmanın, kanaat ve tevekkülün birtakım şeyler, hatta çok iyi şeyler yapabileceğini samimilikle düşünmüştü. Şimdi oğlunun her yıl küçücük ve dar göğsünü âdeta şişiren bir iftiharla, getirip ayaklarının dibine koyduğu deste deste "Aferin"leri, "Zikr-i Cemilleri, cilt cilt ve üstü tuğralı, yaldızlı mükafat kitaplarını anlıyordu. Hayır, herkes kendisi gibi "fatih" doğamaz, her adımında bir zafer borusunu çalarak yürüyemezdi. Küçük ve sürekli çalışmanın da bir muvaffakiyet payı, hatta şerefi olmalıydı. Bunun gibi zaaf bilmeyen bir ahengin yanı başında şefkatin, merhametin, kanayan yüreğin de bir yeri vardı. Şimdi oğlunu anlıyordu, hatta ona acıyordu bile.
Sayfa 31 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Bütün ömrünce yerinden kımıldamadan “Kaçmak, gitmek!” diye çırpınanlardandı.
Sayfa 18 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Her şeye rağmen yaşıyordu ve yaşayacaktı. Ne olursa olsun, hayat güzel bir şeydi. Eski saatler bakılması, iyileştirilmesi lâzım gelen temiz yüzlü, iyi yürekli hastalardı ve kitaplar, iyi ciltlenince, birdenbire gençleşiyor, güzel giyinmiş kadınlara benziyorlardı. Birçok ahbap meclislerinde saz yapılıyor, şarkılar, besteler, semaîler okunuyordu. Antikacı dükkânlarında, üzerinde mazinin, yaşanmış zamanın izlerini taşıyan ve bu izlerle güzelliği, değeri artan, hulasa zaman ve insan tecrübesini kutsî bir büyü gibi kendi varlıklarında taşıyan bir yığın eşya vardı. Hâlâ müzayedeler oluyor, geniş ve çıplak, her tarafını dolduran eşyaya rağmen çıplak salonlarda, çiğ ve yüksek tellâl sesleri, etraflarındaki faciaya kayıtsız, elleri arasından geçen şeylerin hakikî değerinden habersiz, telâşlı ve mütehakkim bir eda ile durmadan zengin koleksiyon parçalarını birbiri ardınca sayıyor, Bohemya billûru, Sevr porseleni, Çin kasesi, İran halısı, Hint veya Bizans oyması fildişi, Emprie usulü konsol, Aziz devri yazı takımı, Tebriz cildi, Herat minyatürü, Diyarbekir ve Bursa kumaşı, İstanbul yazması, Edirne kesmesi elden ele dolaşıyor, sonunda ya bir müze salonunda, yahut şahsî bir koleksiyonda, zaman dışında kalmış yekpare uykularını uyumak için sahip değiştiriyordu.
Sayfa 16 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Bütün hayat iki kısma ayrılabilirdi: Kendi ömrüyle bir taraftan bağlanan şeyler ve ona yabancı olanlar.
Sayfa 14 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Erkekler onun için bütün ömrünce o kadar hoyrat olmuşlardı ki… Bütün ömrü onların mütehakkim hodbinlikleri arasında geçmiş, her başvurduğu yerde, mektepte, kalemde, vaktiyle azası oldu Şûra-yı Devlet’te, sokakta, Sahaflar içinde, antikacı dükkanlarında, eski mücellitler arasında hep aynı aşılmaz duvarla karşılaşmıştı.
Sayfa 11 - *Mütehakkim: Hükmünü zor kullanarak yürüten, zorbalık eden. Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Sanki ümitler arttıkça, çekilen ısdırabın şuuru ve kurtulma sabırsızlığı da artıyordu. Halkımız bir nevi anesteziden kurtulmuş gibi, millî bünyenin üzerinde yapılan ameliyenin korkunçluğunu daha derinden duyuyordu. Bu her gün ayrı ayrı muhitlerde, ayrı ayrı şekillerde görülen bir vâkıa idi. Asırlardan beri edinilen tecrübe ile, o kadar yanlış nasihatler veren atasözlerinin terbiyesiyle, üzerlerine dünya ve devlet işlerinin mesuliyetini almaktan çekinen, bu işlerde sadece, istendiği zaman can ve malını harcamakla kalan bir sınıf halk, içlerinde doğan vazife şuuruyla birdenbire değişti. Müteredditler ise açıkça millî davayı benimsediler.
Sayfa 318 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Biz evvelâ kelimeleri öğreniriz; sonra yaşadıkça teker teker mânalarını. O güne kadar ben de herkes gibi ıstırap, yeis, biçarelik kelimelerini kullanmıştım. Fakat galiba, bu geceden sonra kırk sekiz saat içinde onların hakiki mânasını ölçebildim.
Sayfa 315 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
371 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.