"Nasıl yaparım?" diye tekrarladı düşünce içinde. "Hayır, asıl sorun şu: Nasıl olur da yapamam ya da daha doğrusu yapabilseydim ne olurdu, özgür olsaydım; şartlandırılmam beni köleliştirmeseydi."
Ama ne? Söylenecek daha önemli ne olabilir? İnsan, yazması beklenen bir konuda nasıl daha şiddetli olabilir? Eğer doğru kullanırsan sözcükler X ışınlarına dönüşebilirler, her şeyi delip geçerler. Okursun ve delinirsin.
Bazen kapıldığım tuhaf bir hissi düşünüyorum da, söyleyeceğim önemli bir şey ve bunu söyleyebilme gücüm varmış hissi; sadece ne olduğunu bilemiyorum ve bu gücü herhangi bir şekilde kullanamıyorum. Yazmanın farklı bir biçimi olsaydı... Ya da yazılacak başka bir şeyler olsaydı...
Fiziksel bir eksiklik, zihinsel bir aşırılık yaratabilirdi. Sanki süreç, tersine de işleyebiliyordu. Zihinsel aşırılık, kendi amaçları doğrultusunda, kasti bir yalnızlığın gönüllü körlük ve sağırlığını, yapay bir zevklerden el çekme iktidarsızlığını doğurabiliyordu.
İş,oyun; gücümüz ve zevklerimiz on yedi yaşımızda neyse altmış yaşımızda de o oluyor. Eski, berbat günlerde,yaşlılar hayattan elini ayağını çeker, emekli olur, kendini dine verir, zamanlarını okumaya ve düşünmeye ayırırlardı: Düşünmeye!
Dünya babalarla doluydu, o yüzden de mutsuzlukla doluydu; dünya annelerle doluydu, yani sadizmden namusa kadar uzanan bin bir türlü sapıklıkla doluydu; erkek ve kız kardeşlerle, amcalarla ve halalarla doluydu, yani delilik ve intiharla doluydu.
Ev fiziksel açıdan olduğu kadar ruhsal olarak da perişan durumdaydı. Ruhsal açıdan bir tavşan deliğiydi, balık istifi bir yaşantının getirdiği sürtüşmeler yüzünden kavrulmuş, duygusallıktan kokuşmuş bir mezbelelik. Aile üyeleri arasındaki boğucu samimilerler, delice müstehcen ilişkiler!
Ford'umuzun yaşadığı dönemden önce ve hatta nesiller sonra bile çocuklar arasındaki erotik oyunlara anormal gözüyle bakılmıştır;sadece anormal değil,ahlâkdışı sayılmıştır; o yüzden de şiddetle bastırılmıştır.
Atlar altı yaşında olgunlaşıyordu, fillerse on. Oysa bir erkek on üçünde cinsel olarak olgunlaşmamıştır; ancak yirmisine vardığında tam olarak gelişmiştir. Tabii bu nedenle geciken gelişmenin meyvesi, insan zekâsı.