İster ayrılık olsun ister bağlar birleşsin, her halükarda hayatın atmosferine hakim olması gereken maruf, güzellik ve iyiliktir. Hiçbir zaman eziyet ve zorluk hayatın temel unsuru olmamalıdır.
İslâm, temiz toplumunu kurmada, cezalandırma temeline dayanmaz; o her şeyden önce koruma temeline dayanır. İslâm fıtrattan gelen duygulara karşı savaşmaz. Sadece onları düzenler ve bunları tahrik eden yapmacık tesirlerden temizlenmiş bir atmosfer hazırlar.
İnsan nefsi bazen içinde yaşadığı lâhzaya dalar; kendini o anki şartlara gereklere kaptırır. Bazen istikbal pencereleri onun üzerine kapanır, içinde yaşadığı anın hapisanesinde sıkıntılı ve dertli olarak yaşar. O durumun sonsuza kadar devam edeceğini, içinde bulunduğu şartların ve durumların kendisini kovalayacağını ve hiçbir zaman onun peşini bırakmayacağını zanneder. İşte bu, çoğu zaman sinirleri bozan kapalı psikolojik bir hapisanedir.
Ama gerçek hiç de böyle değildir. Allah'ın takdiri sürekli görev yapar. Sürekli değişir ve her an yeni yeni şeyler peyda olur. İnsanlığın beyninde tasavvur edilmeyen bazı durumlar ortaya çıkar. Sıkıntıdan sonra bolluk, zorluktan sonra kolaylık, darlıktan sonra genişlik, kapalılıktan sonra inşirah oluverir. Allah her an başka bir şen arzeder.
Dirilişe yönelmenin birinci koşulu, ilkeleri benimseyenlerin uygulayıcı iktidar gücüne erişmeleri ve bu gücü kullanırken benimsedikleri ilkelere uygun davranmalarıdır.
İdeal bir dünyada hiç kimse saldırgan ve ısrarcı olmazdı. Ama ne yazık ki birçok ust düzey yoneticinin saldırganlıkla başarılı olabileceklerini ve bunun, ‘patronun kim olduğunu’ göstermenin en iyi yolu olduğunu düşündüklerini gördüm...