“Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.”
Bin Muhteşem Güneş, uzun zamandır okuduğum en etkileyici kitaptı. Daha çok dram türündeydi lakin okurken fazlasıyla Afganistan’ın yakın tarihinden söz ediliyordu ve ben de bu konuda çok bilgi sahibi olmadığım için benim için didaktik bir yanı da vardı. Arap kültüründe kadının yerine o kadar güzel değinilmiş ki… Afganistan kitabın başlarında çok katı bir rejime sahip değil. Herkes kendi kültürüne ve inanışına göre yaşıyor. Taliban’ın iktidara geldiği kısımlarda bazı zamanlar okuduklarıma inanamadım. Kadının toplumdaki yeri yok ediliyor; çalışmaları, okumaları, tek başlarına “sahip”siz dışarı çıkmaları hatta gülmeleri bile yasaklanıyor. Yasaklar çiğnenirse dövülüyor, kırbaçlanıyorlar. Din ile, teokrasi ile yönetilen bir ülkede başka şekilde olması beklenemezdi zaten… Leyla ve Meryem’e Raşit tarafından atılan her tokat için benim canım yandı. Kitap Meryem ve Leyla’nın hayatları üzerinde ayrıntılı bir biçimde durmuş ama beni asıl etkileyen kısmı yönetim, mevcut rejim ve kadın hakları kısmıydı. Her sayfa çevirişimde ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’e olan minnetim, sevgim ve saygım katlandı. Sağa yatık bu tarz ülkelerden hiç olmadığım kadar tiksiniyorum.