Doğmak, büyümek, bir şeyleri farketmeye başlamak...
Ve işte sonra tamamlanmak için yol, insan ve fikir aramak. Hiç şüphesiz bir şeylere tutunma arzusu ile atıyoruz adımlarımızı. Peki bu adımlar hangi doğrultuda olmalı ya da hangi doğrultu doğru? İnsan ne başıboş yaratıldı ne de alması istendiği amaç yalnızca dünyevi ve maddesel olandı. Edindiğimiz destur, dünyaya katmak istediğimiz nihai güzellik, barış, sevgi, doğru ve hak olan yol. Ölürken tebessüm ile ölmenin hayali ve bu hayali yaşatacak olan bugün her yanımızı kaplamış olan sekülerizmin pençesine karşı, makam, kürsü, her biri aynı olan günlere karşı aynı olmamayı asıl olan fıtratla hak şuuru uyandırmayı başarabilmek. Peki ya bu doğruyu fark edip bu yola girdikten sonra tüm bunları yapma arzusuna erişen insanın en büyük hezimeti bu fikre atılmış olan küçük bir taşın yıkıcı sonuçlara neden olması? Peki ya tüm bu dünyanın aldatmacasına karşı doğru ve dik duran örnek aldığımız insanların hayal kırıklığı olacak şekilde dünyaya ayak uydurması? Tüm bunlarla sonuçlanan yıkımlara karşı sergilenecek duruş, kaybedilen yıllara, elden kayıp giden zamana, ağaran saçlara ve kırışan göz kenarlarına bakınca ne diyeceğiz aynadaki insana? En büyük korkulardan biri pişman olmaktır. Peki ne yapmalı pişman olmamak için? Sanırım en güzel çözüm inandığımız yolda üzerimize, kalbimize, aynamıza sıçrayacak olan taşlara karşı dur demeyi bilmeli ve her halimiz ile doğruyu en desturlu şekilde haykırmaktan vazgeçmemeliyiz. İşte bu kitap amaç uğrunda çabalarken dünya karşısında atılan taşla kalbi çizilen ve çiziği uçuruma dönen insanları acı bir tebessüm ile anlatmakta.