Ninem sevgisini göstermeden sevme töresine olan bağlılığını unutup sarılıvermişti gelinine.
Bu ilk kez oluyordu bunca yıldır.
Bir de sayarsak düğün gecesi öpmüştü onu.
Uyandığımızda, amcamdan ve Zehra Hanım'ın kocasından daha sonra işe gidenlerin ayak sesleri, sokakları doldururdu. Bunlar, yedide çalan tersane düdüğünün işçileriydi. Yataktan kalkınca, cama burnumuzu dayayıp onların geçişine bakardık. Giyimleri yağdan kirden katılaşmış, yüzleri eş yorgunlukta adamlardı bunlar. Bazılarının ellerinde bakır yemek tasları olurdu. Bu, kadınların sevecenliğini belirtirdi. Bizce, yengem gibi ipekten, melekten olma kadınlar hazırlardı onların azıklarını. Bu düşünce tersane işçilerinin katı yüzlerindeki yoksulluğu silerdi. Yengem gibileriyle, yoksulluk çekilir olurdu çünkü. Biz bilmezdik ki yoksul olduğumuzu.
...
Bu tersane işçilerinin gülmezliği umutsuzluk verirdi bize. Ama umutsuzluğumuzu aydınlatan işte o yemek taslarıydı.
Buraya gelip yerleştiklerinde, Sabahat’ın saçlarını örüp uçlarını boncuklarla süsleyen yengem, kesmişti kızının saçlarını. Ufacık çocuğunu, nerelerde barındıracağını şaşırmıştı ilk günler. Bağlar, bahçeler yoktu artık. Küçük kız, öyle, sessiz, köşede kalakalıyordu gün boyu. Ağlayıp bağırsa üzülmezdi. Onun bitmemiş bir yolculuğun sonunu beklermişçesine susup oturması, yengemi yaralıyordu.
Havaların ısındığı bir ilkyaz günü kapının önüne bırakmıştı çocuğunu.
Kızının iyi huyuyla, kendini öbürlerine sevdireceğine inanıyordu.
Bir ara işinden baş alıp sevinçli sesleri görmeye çıktığında, çocukların Sabahat’ı saçlarından tutup at gibi koşturduklarını gördü. Bir de tekerleme tutturmuşlardı:
“Edirne Çingenesi, ne de uzun yelesi...”
Evde, o akşam, Sabahat’ın saçlarının kesilip kesilmemesi için çıkan tartışmada, ninem sesini yükselttikçe, yengem o suskunluğunu hiç yitirmemişçesine sürdürdüğü konuşmasıyla,
“Bakımı zor oluyor, hem çocuk zayıf” diyordu.
"Hasattan sonra şükranlarımızı anlatmak içindir bu türküler toprağa, dedi. Ağaçlar ışkın vermez. Toprak ürün vermez
onları unutursak. Ya, işte böyle benim fidanlarım, benim göçmenlerim."
Mahalledeki çocuklar, bizi ister istemez, pis göçmenliğimizi unutup aralarına alır oldular. Gene de adımız ‘pis göçmenlerdi. Oysa biz, oranın üstü başı en temiz çocuklarıydık.