Başarısızlıkla yüzleşmemek ve dolayısıyla stresi azaltmak için kullanılan yöntemler çoğu terapistin inandığı bir şeyi göz ardı eder: Başarılı ya da başarısız olan terapist değil, danışandır.
Şifacılar arasında nesilden nesile aktarılan eski bir İnka efsanesine göre her türlü zihinsel ve fiziksel hastalığın kaynağında saflığını kaybetmiş bir ruh yatar.
Bir terapist şu itirafta bulunmuştu: "Terapist olmak hayatımı kurtardı. Az kalsın tiyatrocu olacaktım ki bu benim için hiç hayırlı olmazdı çünkü en yapay, manipülatif, narsist yanlarıma hitap eden bir alandı. Terapiyi seçince başka bir ortamda asla yüzleşemeyeceğim pek çok meselemi halletmem gerekti. Sağlıklı bir seçim yapmış oldum."
Oysa gerçekte bizim mesaimiz hiç bitmez. Bildiklerimizi ve yapabildiklerimizi bir düğmeye basıp kapatmamız mümkün değildir. Neredeyse istem dışı bir şekilde, insanların şikayetlerini dinlerken duyduklarımızı kafamızda ayrıştırmaya başlarız.
İdeal terapistler kendileriyle barışıktır ve sıcak, anlayışlı, içten, sakin, huzurlu bir görünümleri vardır. Bu sessiz özgüven, bulaşıcı bir yaşam sevinciyle dengelenir. Tutku. Heyecan. Elektrik. Coşku. Bunlar bedenden ve ruhtan yayılırlar.
Ama terapistlere göre insanlara yardım etmek veya şifa dağıtmak bir seçim değil, içten gelen bir tutkudur; pek çok tehlike barındıran, yükü ağır bir tutku.
ACT ismini isminde taşıdığı temel mesajından almaktadır: kişisel kontrolün dışındakileri kabul et ve hayatını zenginleştirecek davranışları devam ettirmede kararlı ol.
"Kaybetmekten korktukça kendi sonumuzu hazırlarız. Olayları ustalıkla bitişe doğru yönlendiririz çünkü korku gizlenerek öfkeye dönüşür. Öfke ise davranışlarımızı işlevsiz ve yararsız bir hale getirir. Böylelikle karşımızdaki kişiyi korkuturuz. Korktukça kaybederiz. Odağımız değişir. Yaratmaya değil yıkmaya yatkın hale geliriz. Sevgi gerçek kimliğinden uzaklaşır ve bir duygusal manipülasyon aracı haline gelir. Karşıdaki kişi hem sevildiğini hisseder hem de bu işte bir yanlışlık olduğundan şüphelenmeye başlar. Sonra çaresizce kendi çıkış yollarını arar. Fiziksel olarak kalır, ruhsal olarak uzaklaşır. Gitmeye cesaret edemez ama artık başka dayanakları olmadan kalması imkansızdır."