O mahir şarkıya bak ki hiçbir kelimenin yaklaşamadığı yere elini kolunu sallayarak giriyor. Sesini arayan bütün varlıkları serbest bırakıyor bir bir: “Niye böyle üzgün ve terkedilmiş görünüyorsun? / Bir kapı kapalı olduğunda / Açıktır bir diğeri...”
Ne az hatırlıyor insan. Tıka basa dolu hafızasının kapısına her sabah yeni bir asma kilit takıyor. Salkım salkım olgunlaşıyor kilitler. Fakat hiç kimse mevsimi gelmiştir diye koparmıyor onları. Mevsimi gelmiyor bir türlü hatırlamanın. “Unutma kışı” ha bire kar yığıyor kapımızın önüne. Üzerimize toprak atılırken mi bahar gelecek? Küreklerimiz kapımızın önündeki karlar içindi.
Konan göçer, doğan ölür elbet. Irmak denize, deniz ırmağa kavuşur sonunda; ruh kaynağına, kaynak da ruhuna muhtaç değil mi şunun şurasında?
Ne güzel, ölecek olmak ne güzel. Ne güzel, ölecek olmanın muştusu ölmeyecek olmanın tahayyülünden, ne güzel.
Sûret deyip geçmemeli, sûretin aslına nisbeti var. Üstelin bazen bir sûret aslından çok daha tehlikeli olabilir. Çünkü kendi içimizde kendi zenginliğimizde tehlikesiz büyümektedir.