Aslında bir aşka, olup bittikten sonra, en sonunda baktığımda, geride aşk adıyla anılacak bir şey bulamıyorum; belki hoş bir duygucuk, kısa bir süre yaşanmış ama mutlaka sona ermiştir; geriye kalan buruk bir tebessüm, acılı bir anı, yitmiş bir aşk vehmi, görünmez olmuş! Oysa başlarken ne kadar inandırıcıdır bu şey. İki insanın, bir örgü gibi, tülden, hafif bir dantel gibi sarınmışlıkları vardır aşkı. Etin ete, ısının ısıya geçişi; yitirdiği yarısını arayan insanoğlunun bulduğunu sandığı parçasına rastladığında geçirdiği bir baygınlıktır aşk. Sonu olmasa, sonu gelmese vardır, evet vardır. Bir düşünce olarak, nakşedilmiş bir bilgi olarak genlerimize, vardır; yoktur demeye dilimizin varmadığı; kıyamadığımız için yok olmasına, elbirliğiyle yalandan var ettiğimiz bir sözcük, olmasını hep istediğimiz ve isteyeceğimiz bir umuttur aşk, bu umudu çalmaya kimin gücü yeter yarının insanından?
(Leylâ Erbil)
Her şey bir yana, bir insan nasıl bu kadar sevilir?
Bir insan, bir insanı nasıl bu kadar çok sevebilir?
Bir kitap nasıl böyle içten yazılır?
Sen nasıl bir insandın Ahmed Arif?
Sen nasıl güzel sevdin öyle?
''Senin ne güzel,ne yüce yüreğin var '' dedirtiyor okurken.
Yazının en sevdiğim koludur mektuplar.Bir ırmak gibi gürül gürüldür kelimeler.İki