Oysa bize görevdir, Tanrı’nın şimşekleri altında / Ey şairler! çıplak başımızla durmak, / Tanrı’nın ışığını, bizzat onu, kendi elimizle / Tutmak ve o ilahi armağanı halka, / şiire sararak uzatmak.
“…bütün masumiyetiyle aklı başında, sağlıklı, namuslu bir insanın hiçbir zaman yazı yazmayacağını, rol yapmayacağını, müzik bestelemeyeceğini anlayıverse diyorum…”
Ama yine de toy, henüz gün ışığına çıkmamış bir ruha sahip çıkabilmek sınırsız bir sevinç verir kişiye! O ruh, en güzel kokularını saçabilmek için güneşin ilk ışınını bekleyen çiçektir. Hemen koparılmalıdır ve doyunca kokladıktan sonra yere atılmalıdır: Belki kaldıran biri bulunur!
Tabiatın büyüklüğünün, güzelliğinin yarattığı duygu, basit kalplerde, bizim gibi, sözle olsun yazıyla olsun, coşkuyla hikayeler anlatan kişilerin kalplerinde olduğundan çok daha güçlüdür.
Onu kaderin ağlarına yakalanmış bir adam, oğlunun ihtişamının yanında sönük kalmış yapayalnız bir figür olarak görebiliriz. Yine de ister istemez şu soru geliyor akla: Bir oğul, babasının uzantısından başka nedir ki?