''Oscar Wilde'ın bir lafı var: " Doğa sanat eserini taklit eder", sonra da diyor ki:
"Farkında mısınız, son günlerde doğa Corot'nun peyzajlarına ne kadar da benzemeye
başladı." Hakikaten de sanatçı dünyanın yeni bir görünüşünü sunduğu zaman, başta
izleyiciye aykırı görünür. Zamanla doğa bu sanat eserinin etkisinde biçim değiştirir
ve ağaçlara, dış dünyaya, mahallemize öyle bakmaya başlarız. Çehov hikayelerini
okuduktan sonra insanlara ve gerçek hayata da başka bakarsınız. Çehov, Sair Faik
gibi şahsiyetler sayesinde son derece basit insan ilişkileri bana çok renkli görünmeye
başladı. Çehov fılrresi de öyle bir şey işte. Bazen insana bir arkadaşı da böyle bir
gözlük verebilir.''
Nietzsche'nin ünlü sözünü hatırlayalım. "Olgular yoktur, yalnızca yorumlar vardır."
Van Gogh'u büyük bir sanatçı yapan konuları olamazdı herhalde. Bir konuyu ikna
edici kılan, onun ruhumuzda yer etmesine neden olan unsur yorumlama biçimidir.
Güncel hayatımızda nasıl bize bir şey anlarılırken anlatıcının sesi, ifadesi, hızı,
vurgulamayı seçtiği yerler, bakışları, bizi koyduğu pozisyon gibi faktörler erkili
oluyorsa, sinema için de aynı şeyler geçerli. Her anlatıcı karşısındakinde belli bir
etki yaratmak amacıyla belli bir biçim yaratır.
NBC:
''Dünyadaki her şey hayret edilecek derecede mucizevi ayrıntılarla doludur. Herhangi
bir yerde otururken yere bakın. Küçük önemsiz bir toprak parçasına. Biraz daha
yakınlaşıp bakarsanız burada karıncalar, böcekler ortaya çıkmaya başlar. Eğer uzun
hir süre daha aynı noktaya bakmayı sürdürürsek bu küçük önemsiz görünen bölgede
insanlar arası ilişkilerden pek de farklı olmayan ne mücadeleler, ne ilişkiler, savaşlar
olduğu görünür. Evren her zerresiyle insanın zihnini fazlasıyla meşgul edecek
ayrıntılar barındırır. Bu nedenle her zerresi bu kadar merak ve hayret duygusu
yaratan mucizevi bir dünyada konu sıkınrısı çekmeyi ben pek anlamıyorum. Tersine
insan üzerine eğilmek istediği konuların çokluğunun altında ezildiğini hissediyor
bazen.''
''Çiçero döneminin Yunan şairi Antiparos, su değirmeninin (tane öğüten) bulunmasını, tutsak kadınları özgürlüğe kavuşturacak ve altın çağı geri getirecek diye şöyle kutluyordu:
"Siz ey değirmende çalışan kadınlar! Değirmen taşını döndüren kolu bırakın, rahat rahat uyuyun! Horoz, varsın günün ısıdığını boş yere haber versin size! Dao, kölelerin işini perilere yükledi. İşte, onlar şimdi güle oynaya çarkın üstünde sıçrayıp duruyorlar. Ve işte sallanan dingil ışıltılarla dönüyor, ağır taşı çevire çevire.
"Babalarımızın yaşamını sürdürelim. Tanrıçanın bize verdiği boş zamanın tadını çıkaralım."
Yazık! Pagan şairin muştuladığı boş zaman gelmedi. Kör, sapık ve insan canına kıyan çalışma tutkusu, özgürleştirici makineyi, özgür insanları köleleştiren bir araca dönüştürüyor: üreticiliği, yoksullaştırıyor onları.''
''Kapitalistleri, tahta ve demirden makinelerini geliştirmeye zorlamak için, ücretleri artırmak, et ve kemikten oluşan makinelerin (yani işçilerin) çalışma saatlerini azaltmak gerekir. Bunu destekleyen kanıtlar var mı? Yüzlerce bulunabilir. İplikçilikte mekik tezgâhı, Manchester'de icat edilip eskisinden daha uzun süre uygulandı.
Amerika'da makine, tarımsal üretimin tüm alanlarını doldurdu, tereyağı üretiminden buğdayın yabanı otlardan ayıklanmasına kadar. Niçin? Çünkü, özgür ve tembel olan Amerikalı, Fransız köylüsünün sığırımsı yaşamını benimsemektense, bin kez ölmeyi yeğler. Anlı şanlı Fransa'mızda çok zahmetli, bıkkınlık ve yorgunluk yaratmakta eşsiz olan çiftçilik, Batı Amerika'da açık havada yan gelip tembel tembel pipo tüttürülerek yaşanan hoş bir vakit geçirme işidir.''
''Aristoteles şunu önceden görüyor ve şöyle diyordu: "Daidalosa'nın başyapıtlarının (yontular) kendiliğinden devinebildiği ve Vulcanus'un saçayaklarının kendiliğinden kutsal işine koyulabildiği gibi, eğer her araç, hiçbir uyarı olmadan ya da kendiliğinden görevini yerine getirebilseydi; eğer, örneğin dokumacıların mekikleri kendiliğinden dokuyabilseydi, ıslık şefinin artık yardımcılara, efendinin de kölelere gereksinimi olmazdı." Aristoteles'ın düşü, bizim gerçeğimizdir. Ateş soluklu, çelik parçalı, yorulmaz, olağanüstü verimli, tükenmek bilmeyen makinelerimiz, kutsal görevlerini uslu akıllı yerine getiriyorlar kendiliklerinden. Ama, bununla birlikte kapitalizmin büyük filozoflarının dehası, kötülüklerin en kötüsü olan işçilik önyargısının etkisinde kalmaktadır.
Hâlâ anlamıyorlar makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu; insanı aşağılık ve ücretli işlerden kurtaracak olan, azat eden, boş zaman ve özgürlük veren...''