Spinoza ne hıristiyanlığa ne de Yahudiliğe sarılmıştı: Dini olmadığı için de din felsefesi yapması ondan beklenemezdi. Ancak Spinoza tam anlamıyla bir filozoftu. Bu durum onun, felsefesine uygun bir din ortaya atma gerçeğini açıklamaktadır.
Descartes, Hıristiyan inancını işin içine katarak kendi metafiziğinin aklî sâfiyetini bozmamaya o kadar titizlikle gayret harcadı ki, bu yüzden Hıristiyanlığın Tanrı tanımının bütün insanlarda doğuştan varolduğunu rahatça ilân etti. Platon’un doğuştan idea’ları gibi, Descartes’in Tanrı fikri de bir hatırlamadan ibaretti. Fakat bu hatırlama (Platon’da olduğu gibi) ruhun daha önce yaşamış olduğu hayatındaki bir îdea’yı hatırlaması değil de Descartes’in çocukken Kilisede öğrendiğini hatırlamasıydı.
Reklam
Descartes’in, sanki araya hiç bir kimse girmiyormuşcasına Yunanlılardan sonra gelmiş olması düşünülemez; o, Yunanlıların salt aklî metodu ile Hıristiyan tabiî kelâmının ortaya çıkardığı bütün güçlükleri çözmek gibi naiv bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Başka bir deyişle, Descartes, Hıristiyanlıktan tamamen koparılmış bir felsefenin “ilk ilke”si ile, felsefenin Hıristiyan vahyinin etkisinden uzak kaldığı sürece bir türlü keşfedemediği Tanrının, aynı şey olduğunun eninde sonunda ortaya çıkacağından bir an için olsun şüphe etmemiştir. Bu bakımdan, biz tarihçilerin Descartes hakkında görüş birliğine varamadığımıza hayret edilmemelidir. Bazılarımız, tarihi onun söylediklerine, bazılarımız ise yaptıklarına göre yazıyoruz. O, salt aklın ışığında hakikati arayacağını söylerken metafizikte de hıristiyan tabiî kelâmının sonuçlarını, sanki tabiat üstü hıristiyan kelâmı hiç varolmamış gibi, yeniden ortaya koyuyordu. Liard’a göre, Descartes bilimsel pozitivizmin öncüsü olarak gözükmektedir. Espinos’a göre ise o, ilk Cizvit hocalarının sadık bir öğrencisidir. Aslına bakılırsa Descartes, bir ve aynı zamanda her ikisiydi de...
Bizim dünyamız, değişen bir dünyadır. Fizik, kimya, biyoloji orada yer alan değişmenin kanunlarını bize öğretir. Bu bilim dallarının bize öğretemeyecekleri bir şey varsa o da, kanunları düzeni ve akledilirliği ile birlikte ele alınan bu dünyanın niçin varolduğudur.
Bir şeyin var olduğunu düşünelim; o, onunla ilgili size bir sürü şey söyleyebilir, fakat söz konusu şeyin niçin varolduğunun açıklamasına gelince, bu konuda şaşırıp kalır.
Ne zaman bir konferansçı “doğrusu” veya “aslına bakarsanız” şeklinde bir sözle konuşmaya başlarsa, anlarsınız ki, adam çaresizlik içindedir.
Reklam
241 öğeden 191 ile 200 arasındakiler gösteriliyor.