Öncelikli olarak, kadınlara uygulanmakta olan şiddeti durdurmak gerektiğini kavradım. Kadınlara tecavüz edildikçe, dayak atıldıkça, onlar, sakat bırakıldıkça, sünnet edildikçe, yakıldıkça, gömüldükçe ve korkutuldukça dünyadaki temel yaşam enerjisinin zarar gördüğüne inanıyorum. Ben öyle radikal bir insan değilim ama, kadınların bu şekilde aşağılanması, hayatın kendisinin de hiçe sayıldığını gösteriyor. Bu durumun düzeltilmesi gerektiğini, aksi takdirde hepimizin sonunun geleceğini düşünüyorum. Açık, güven dolu, koruyucu, yaratıcı ve hayat dolu olması gereken kadınlar, boynu bükük, kısır ve kırık olmaya zorlanmamalı.
Orada kadınlara çalışmak, okumak, doktora gitmek veya yanlarında erkek refakatçi olmadan çıkmak yasak. Bürünmek zorunda bırakıldıkları çarşaflar ise onları ne tecavüzden ne de öldürülmekten koruyabiliyor.
Balonlarına hiç iğne batırılmayan insanlar da yaşıyor. Onları gün olur kıskanır, gün olur küçük görürüm. İşte, bütün balonlarına iğne batırılmış bir baloncu gözüyle sokaklardayım.
Kitaplar, bir zaman bana, insanları sevmek lazım geldiğini, insanları sevince tabiatın, tabiatı sevince dünyanın sevileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğretmişlerdi. Hayır, şimdi insanları kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum.
Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.
Zaman zaman insanın acımasızlığı 'vahşi' sözcüğüyle ifade edilir ama bu, vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz.