…Uzağa, çok uzağa, kendimi unutacağım bir yere gitmek, unutulmak, kaybolmak, yok olmak istiyorum. Kendimden kaçıp, çok uzaklara, mesela Sibirya'ya gitmek, ahşap evlerde, çam ağaçlarının altında, gri gök ve karın, lapa lapa yağan karın altında, gidip kendi hayatıma yeniden başlamak istiyorum. Ya da mesela Hindistan'a gitmek, parlak güneşin altında, göğe başlarını uzatmış ormanların altında, acayip insanlar arasında, kimsenin beni tanımadığı , kimsenin dilimi bilmediği, her şeyi kendimde hissedeceğim bir yere gitmek istiyorum.
Sanki ölüler dirilerden daha yakın gibiydiler bana. Onların dilini daha iyi anlıyordum… Her şeyden ve her işten uzaklaşmak istiyordum. Ümidimi yitirip ölmekti istediğim.
Tüm gönül bağlarımı hayattan koparmak istiyordum. Bilinçsizce mezarlığa gittim. Bekçisi, çizgili bir paltoya bürünmüştü. Orada görkemli bir sessizlik hüküm sürüyordu. Yavaş yavaş yürüyordum. Mezar taşlarına, üzerlerine konmuş haçlara, vazoların yapma çiçeklerine, mezarların kenar ve üzerlerinde bulunan bitkilere hayretle bakıyordum. Ölülerden bir kısmının isimlerini okuyordum. Niçin onların yerinde değilim diye tasalanıyordum. Kendi kendime düşünüyordum. Bunlar ne kadar mutluymuşlar!.. Bedenleri toprağın altında çürüyüp ayrışmış olan ölüleri kıskanıyordum. Hiç bu denli bir kıskançlık hissi uyanmamıştı bende. Ölümün kolayca herkese verilmeyen bir mutluluk, bir nimet olduğunu düşünüyordum. Kesin olarak bilmiyorum, ne kadar geçti. Şaşkın şaşkın bakınıyordum.
İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.. Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta düzensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğiniz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.