Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

d

Fazla ümitsiz insanlar ağır hastalara benzerler.
Reklam
Edebiyatçılar ümidi daima ışık şeklinde tasvir ederler; fakat o, pekâlâ insana bir karaltı şeklinde de gülümseyebilir
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sanki bir şeyi yitirmiş gibiydim.
‘Acaba gün olup ülkeme dönecek miyim? Bu müziği duyacak mıyım?’ diye soruyordum. Bir gün dönmeyi arzu ediyordum.
Reklam
Hiç kimse benim derdimi anlayamaz.
Yaptığım tüm işler, yapmak istediğim iş, her şey boş ve anlamsız görünüyordu. Tüm yaşam, bana komik geliyordu.
…Uzağa, çok uzağa, kendimi unutacağım bir yere gitmek, unutulmak, kaybolmak, yok olmak istiyorum. Kendimden kaçıp, çok uzaklara, mesela Sibirya'ya gitmek, ahşap evlerde, çam ağaçlarının altında, gri gök ve karın, lapa lapa yağan karın altında, gidip kendi hayatıma yeniden başlamak istiyorum. Ya da mesela Hindistan'a gitmek, parlak güneşin altında, göğe başlarını uzatmış ormanların altında, acayip insanlar arasında, kimsenin beni tanımadığı , kimsenin dilimi bilmediği, her şeyi kendimde hissedeceğim bir yere gitmek istiyorum.
En kısa zamanda işimi bitirip gitmeliyim. Bu defa şaka değil, ne düşünüyorsam hiçbir şey beni hayata bağlamıyor; hiçbir şey ve hiçbir kimse..
Onları hem seviyor, hem sevmiyordum. Hem görmek istiyor hem de istemiyordum.
Reklam
Birkaç kez gözlerimi kapayıp kendimi bir otomobilin önüne atmayı, üzerimden tekerleklerin geçmesini düşündüm.
Sanki ölüler dirilerden daha yakın gibiydiler bana. Onların dilini daha iyi anlıyordum… Her şeyden ve her işten uzaklaşmak istiyordum. Ümidimi yitirip ölmekti istediğim.
Tüm gönül bağlarımı hayattan koparmak istiyordum. Bilinçsizce mezarlığa gittim. Bekçisi, çizgili bir paltoya bürünmüştü. Orada görkemli bir sessizlik hüküm sürüyordu. Yavaş yavaş yürüyordum. Mezar taşlarına, üzerlerine konmuş haçlara, vazoların yapma çiçeklerine, mezarların kenar ve üzerlerinde bulunan bitkilere hayretle bakıyordum. Ölülerden bir kısmının isimlerini okuyordum. Niçin onların yerinde değilim diye tasalanıyordum. Kendi kendime düşünüyordum. Bunlar ne kadar mutluymuşlar!.. Bedenleri toprağın altında çürüyüp ayrışmış olan ölüleri kıskanıyordum. Hiç bu denli bir kıskançlık hissi uyanmamıştı bende. Ölümün kolayca herkese verilmeyen bir mutluluk, bir nimet olduğunu düşünüyordum. Kesin olarak bilmiyorum, ne kadar geçti. Şaşkın şaşkın bakınıyordum.
İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.. Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta düzensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğiniz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.
Sayfa 250Kitabı okudu
47 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.