Jean-Louis Fournier in olayları uzatmayan, mizah ögeleri kullanmayı seven, az ve öz yazan kalemine diğer birkaç kitabından da alışkınım. Bazı yerlerde tekrara düştüğünü düşündüğüm oldu. Ama aynı zamanda, hani bazı kitaplar vardır.. içinde ruhunuza dokunan satır araları yakalarsınız. Kimse okumasın o cümleleri istersiniz, "bak ben bu hayatta buramdan kanıyorum" demek gibi gelir size. O altını bile çizmekten çekindiğiniz satırları kimseyle paylaşmazsınız.. Benim için bazı noktalarda beklentimi karşılamasa da, yeri gelince yüzümde tebessüm oluşturan, yeri gelince sayfalara bakakaldığım bir kitaptı.Öneririm:)
Beni yarattığı dünyanın içine sokan, hiç çıkmak istemememi sağlayan o yazar... Kendisinin en sevdiğim kitaplarından birisi "Kardeşimin Hikâyesi". Yerler, karakterler o kadar güzel oluşturulmuş ki... Kitabı okurken Ahmet'in evinde yaşamayı o kadar çok istedim ki..
Okumam üzerinden zaman geçmesine rağmen hâlâ o ev hakkındaki detayları unutamam. Sonlara kadar her şey tıkırında giderken birden "şuan noluyor, ya?" dedirtiyor. Ciddi anlamda sonunu okurken şok üstüne şoka girdiğim bir kitap olmuştu. Dediğim gibi ben
Zülfü Livaneli nin oluşturduğu dünyayı o kadar sevdim ki bir çırpıda okuyuvermişim. Benim için okumadan önce "acaba abartılıyor mu ki?" diye başladığım kitaplardandı.Hemen söyleyeyim,
abartılmıyor:) Okumayanlara çok büyük hevesle tavsiyemdir :)
Yazarın kendini belli eden kalemiyle yazdığı başka bir kitap daha..
"Kadınsız Erkekler" kitabında birbirinden farklı birçok öykü okuyoruz. Kişiler, yerler değişse de kadınlar gitmeye devam ediyor.
Her erkeğin bir gün kadınsız erkeklerden biri olacağı ve hayatlarına devam etseler de o kimliği üzerlerinden bir daha söküp atamayacakları anlatılıyor. Murakami'nin kitaplarını okurken kendimi aynı zamanda
Zülfü Livaneli'nin yazdığı bir kitaptaymışçasına hissediyorum. Ikisinin yarattığı evrenler bende aynı hissiyatı uyandırıyor ve severek okuyorum. Çok akıcı bir kitaptı, diğer eserlerini okumaya devam edeceğim gibi duruyor.