Ve o gece bir kuş kondu ahırın penceresine
Dile geldi, seslendi:
“-Şivekârım! Şivekârım!”
İçerden yanıtlandı bu çağrı
“Lebbeyk! Sultanım!”
“Ne yapar sultanım?”
“Boklu çaputlar içinde yatar sultanın”
“Annem duymadı mı?”
“Al haneye almadı mı?”
“Yavrumun yavrusu deyip”
“Sinesine sarmadı mı?”
Zamanı Geldi Yaşamanın
Ne dev yıldızların var, derin uzayının karanlığında
Sere serpe uzanmış ışıltıları,
Yırtar dururlar, karanlığı.
Görmez misin?
Bir başka galaksiden bakılırsa
Minik ışıltılar sanılabilirler.
Bizim galaksimizden görüyorum ki
Yaşam vâad eden güneşlerin var.
Şimdi yırt karanlığın zifrini de
Başlat yaşam denen şu savaşı.
Soğuk ve karanlık barıştan ayrılalım.
Ömür verelim, yaşam uğruna
Değer katalım yaşama
Sıcak ve aydınlık bir savaşta
İçi yıldızlarla parıldayan ordular misali
Bir dolu dizgin koşalım en ön saflara!
Şimdi zamanı geldi yaşamanın!
Zamanı geldi, hür olacağız.
Bir o kadar da yakın olacağız göğe.
Gökyüzünde hür bir yaşamda görüşelim!
İnsan gitti, para geldi.
Ruh gitti, ceset kaldı.
Zevk gitti, şekil kaldı.
Sabır yok, sebat yok.
Aceleci ve bitkin bir nesil yetişti.
Suçlu belli: Ahir zaman!
Büyüdükçe içinden çıkılmaz bir yer haline geldi dünya. Giderek küçülmeye, bizi içine hapsetmeye başladı. Ne yana dönsek nefes alamaz hale geldik. Sonsuz mutsuzluk, umutsuzluk sardı her yanı. Kurtuluşu arar olduk. Aradıkça yerin dibine battık. İnatla mutlu olmak için çabalamaya devam ediyoruz...
Minicik bedeniyle dünyaya kafa tutan çocuk olarak kalmak vardı.
"Derin..." dedi Berfu sessizce
"Efendim Berfu?"
"Benim bir suçum yok." dedi titreyen sesiyle,
"Yemin ederim sana."
Gözleri dolmuştu, dağınık turuncu saçlarının arasındaki yanakları kıpkırmızıydı.
"Biliyorum Berfu ya," dedim hüzünle.
"Biliyorum tabi ki. Ama ne döndüğünü de anlamıyorum işte. Bana bıraktığı not, sana bıraktığı hat, ne halt etti de gitti bu
çocuk başına ne geldi anlamıyorum! Kafayı yiyeceğim ya.''