Anadolu'nun Mütareke yıllarında Yunan saldırıları sırasında kaybolan babasını aramak için İstanbul'a gelen Mebrure, oradaki akrabaları Nevin ve Behiç'in kapısını çalar. Nevin ve Behiç İstanbul sosyetesinin yozlaştırdığı iki gençtir. Mebrure bu yozlaşmış, ahlaki değerlerini kaybetmiş muhitin içinde bir yandan onlara benzememek için mücadele vermekte, bir yandan babasını aramaktadır. Mebrure'nin babasını aradığı bu hikayenin içinde sözde kızların hevesleri uğruna heba ettikleri, bir uçurumdan diğerine yuvarlanan hayatlarına da tanık oluyoruz. Devletin ve milletin içinde bulunduğu savaş ortamına kayıtsız kalınan, milli değerlerin çiğnendiği bu ortamda Mebrure bu çalkantıya direnebilecek midir?
Kitapta bir hayatı Zehra ve babası Mürşit'in bakış açılarından iki farklı şekilde okuyoruz. Zehra öğretmendir. Ama iyi bir öğretmendir, iyi de bir insandır, dürüsttür, işini iyi yapar. Fakat Zehra'nın bir kötü huyu vardır, zaaf gösterenlere çocuk dahi olsalar acımıyor, müsamaha göstermiyor. Çünkü Zehra Acımak duygusunu bilmiyor. Zehra yatılı okulda büyümüş, çalışmış öğretmen olmuş. Yıllar sonra babasının ölüm döşeğinde olduğunun ve son istediğinin de Zehra'yı görmek olduğunun haberini alır, gitmek içinden gelmez, ikirciklenir ama sonra kalkar gider Zehra, babasının cenazesine yetişir. Babasının eşyalarını kızına teslim ederler ve Zehra o eşyaların arasında bir defter bulur, babasının günlüğü. Sonra yaşadığı koca hayatı bir de babasının gözünden okur. Ayyaşın teki, işe yaramaz olarak bildiği babasının nasıl o hale düştüğü yazmaktadır defterde. Ve Zehra'nın o günden sonra kötü bir huyu kalmamıştır, çünkü artık acımayı öğrenmiştir.
.
.
Gerçek hayattan kesitler sunan, ders veren, yol gösteren bir hikayeydi Mürşit beyle kızı Zehra'nın hikayesi. Akıp gitti. Reşat Nuri okumaya yeni başlayacak olanlar bu kitaptan başlayabilir, tavsiyemdir. Keyifle okunmasını dilerim.
Tarık Tufan'ın bir kitabında okumuştum. Annesinin ölümü ile ilgili bir makale yazıp edebiyat kulübüne gönderiyor. "Yazıda dilbilgisi, gramer neredeyse yok, okuması zor oluyor" diye geri çevriliyor ve yürekleri yakan açıklama geliyor kahramanımızdan: "İnsanın annesinin ölümü hayatın anlam bozukluğu zaten Eda."
İnsanı bulmadan hiçbir şey bulunamaz, insan da ruhtan, yokluktan başka bir şey değildir. Çünkü asıl varlığını maddesi taşımaz, maddesini kavrayan yokluk taşır. Yokluk... Yani RUH...
Dünyada sormaktan başka ödevi var mıdır insanoğlunun? Hayır, yoktur. Çünkü bulmaktan başka ödevi yoktur. Bulamadığımızdan sorarız. Sen buldun mu her şeyi? Bütün soruların karşılığını buldun mu kafanda?