TATAR RAMAZAN :Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan Resimli Ay adlı edebiyat gazetesinin 1929 yılı Haziran-Temmuz sayılarında "Putları Yıkıyoruz" başlıklı, imzasız iki yazı yayımlanır. Dönemin ortamına getirdiği yeni edebiyat anlayışı, edebi çevrelerce (salt hasetlik münasebetiyle) pek hoş karşılanmayan bu isimsiz kahraman Nazım'dan başkası değildi elbette. Bu yazıların akabinde Yakup Kadri'nin,
-Kurtuluş Savaşı sırasında düşmana karşı çıkmaktan korkarak, Maarif vekaletini dolandıran ve çaldığı parayla Karadeniz üzerinden Bolşeviklere sığınan bir vatansız- ilan ettiği Nazım, bu iddialara karşı cevabını, yine edebiyatını konuşturarak vermişti:
"Ben ki bileklerimde tel kelepçeyi
Bir altın bilezik gibi taşımışım,
Ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp
Kıllı kalın ensemi kaşımışım,
Tehdidine pabuç bırakır mıyım hiç?
Behey!
Kara boynuz gibi kaşlı mukaddes Apis başlı
adam,
Behey!
Kara maça bey, behey, yüzü kara.
Ruhunu bir zenci esir gibi çıkardın pazara,
Bir orospu odası yaptın kafatasını...
Haki ceketli ölülerin ceplerinden
çalarak parasını
Satın aldın kendine
İsviçre dağlarının havasını.
Ve işte bundandır ki, bugün ablak sarı suratında senin
Kanlı altınların kızıllığı var... "
Bu elim vakadan neden bahsettiğime gelecek olursak, bu olay tarihimizdeki meşhur Donanma Davası'nın temelini teşkil etmektedir. Donanma Davası'nı anımsarsak, o da tarihler 1938'i gösterdiğinde, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı gibi isimlerin 15 yıl ağır hapis cezasına mahkum edildiği davadır efendim. Bu isimlerle birlikte 15 yıl hüküm giydirilen bir isim daha vardır ki anı sanı pek duyulmamış, afişe olmamış, kitapları aman aman satılmamış... İşte o isim Tatar Ramazan'ın yazarı Kerim Korcan'ın ta kendisi... Henüz 20 yaşında bir gençken, içindeki okuma aşkının neticesiyle Kitap Sevenler Derneği adlı bir dernek kurar Korcan. Aynı vakitlerde Doktor Hikmet Kıvılcımlı da eşi ile birlikte Kıvılcımlı Kütüphanesi'ni açar. Birbirlerine sürekli destek veren Kıvılcımlı ve Korcan, sık sık biraraya gelir, kitaplar okur,satışlar yapar, okudukları üzerine hasbihal ederler. Ve 25 Nisan 1938'de, Kıvılcımlı Kütüphanesinden kitap alıp okuyarak, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp Donanma Davası'nın sanıklarından biri haline gelir...Kısacası Nazım gibi, Tahir gibi, Korcan da bugünlere çok ama çok bedeller ödeyerek gelmiştir diyebiliriz.
Kerim Korcan, savaşın bıraktığı enkaz yıllarında, 1918 yılında, Adapazarı'nda, bir saat tamircisinin oğlu olarak dünyaya gelir. Dördüncü sınıftan sonra, ekonomik koşullardan dolayı tahsilini devam ettirme şansı bulamaz. Berber çıraklığı, marangozluk gibi işlerle ailesine destek olmaya çalışır. Gönlündeki okuma aşkına asla engel olamaz, eline ne geçirirse okur. Yokluk ve yoksulluk içerisinde büyüyen, oradan buradan kitap toplayarak okumaya gayret eden bir çocuğun da, zamanla işçi sınıfının amansız bir savaşçısına evrilmesi pek tabii ki kaçınılmaz olur.
"Bir kilo uskumru 13 kuruştu. Sonra ben yine okudum. İstanbul, uskumru ve insanlar üstüne düşündüm ve başvekil İsmet Paşa ile aynı milletten, yalnız ayrı sınıflardan olduğumuzu öğrendim. Balık meselesi bir yerlere gelip dayanıyordu. Karl Marks benim neden uskumru yiyemediğimi - Kapital- isimli muazzam kitapta yazıyordu. Ben de tuttum okudum bunları. Ama Başvekil İsmet Paşa "Kapital" okuyanlara kızıyormuş, ne bileyim ben. Hep soruyordum gezdiğim yerlerde. 'Denizler neden bizim de balıklar başkasının" diye..."
Tatar Ramazan... Yıllardır gerek yazılı, gerekse görsel basında sık sık karşıma çıkan ama nedense elimin ve gözümün bir türlü varmadığı eser...Bu hafta nihai kararımı verdim ve, ya okunacak ya okunacak, diyerek başladım. Normalde çok hızlı kitap okurum ama bu kez kendimi olabildiğince frenledim, yudum yudum içtim kitabı dersem asla abartı olmaz. Herkeste aynı olumlu ve vurucu etkiyi yaratır mı eser, bundan emin değilim ama benim gibi toplumcu kalemlere ve bilhassa mahpushane öykülerine sevdalıysanız Tatar Ramazan sizin için de biçilmiş bir kaftan bence!
Eser; Süreyya, Melkon, Çoban, Elmas, Köse, Temizlik, Hepimiz Türküz, Şükürler Olsun ve Tatar Ramazan adlı dokuz öyküden oluşmakta. Öykülerin hepsi güzel, nitelikli ve dokunaklı lakin Süreyya, Elmas ve Ramazan'ın bendeki etkisi bir tık daha fazla. Tüm öyküler adına ortak birkaç cümle söylemem gerekirse de, öykülerin ana temasının toplumsal acizlik, adaletsizlik, eşitsizlik, kadına, yoksula, kimsesize, garibana yapılan zulüm, ast-üst hiyerarşisi, ağalık, beylik gibi kavramlar olduğunu söyleyebilirim...
Bu öykülerin herbirine ayrı ayrı detaylıca değinmem mümkün olmadığı için, sadece anlı şanlı Tatar Ramazan'ı ele alacağım...
"Yediler çeşmesinden hemen sola dönülünce Arnavut kaldırımı döşeli, iki yanı akasya ağaçlı, genişçe bir caddeye çıkılır. Sağ tarafta yenice bozulmuş bir mezarlık, solda bahçelik, bostanlık. Daha on beş dakika yürümeden şehrin dış mahallelerine varılır.
Burada, yolun hemen solunda, sıvaları yer yer dökülmüş eski kocaman bir yapı var. Karanlık pencereleri demirli. Yüksek duvarlar üstünde jandarma kulübesi. İşte mahpushane burası."
Direkt şehir ismi belirtilmese de örgünün içinde geçen mekan isimlerini araştırdığımızda bu mahpushanenin Eskişehir'de olduğunu, dolayısıyla hikayenin de Eskişehir'de geçtiğini öğreniyoruz. Zaten Korcan da Eskişehir'de, cezaevinin bulunduğu bir sokakta büyümüş. Kendi beyanatına göre mahpusluk, taa çocukluktan işlemiş damarlarına...
Gerçek adıyla Abdurrahman, mahkumların söyleyişiyle Aptıraman Çavuş burada sekiz senedir hüküm süren bir mahkum. "Ömür değil de hüküm." Zira Aptıraman Çavuş, kumar masalarının hakimi, haraç kesen, tefeci, can yakan, kendisinden korkulan, istediği zaman dört duvar dışına çıkmasına müsaade edilen, idareyi rüşvetle avcunun içine almış, müdürden fazla yetkiye sahip, bir nevi zorba dam ağası!
"Derede balık güçlüler için. Havada kuşlar güçlüler için. Bıldırcın kuşunu sever ya çocuklar sen ona bakma ve bıldırcın ve güvercin sinide kebap için. Ak kuzular siyah sürmeli. Onları yemyeşil çayırlarda oynaşırken görmeli. Sonra anaç koyunun ardından gelip ağıla girmesi ve sonra nar gibi ateşlerde kuzular çevirmesi ve hakkın emri böyledir. Kuzu güçlüler için, koyun güçlüler için..."
Bir süre sonra, Ramazan'ın bu mahpushaneye sürgün gelmesi ile olaylar silsilesi başlar. Kendinden önce namı gelmiştir Ramazan'ın; Yunan'dan çok kumara düşman, fukara babası, gariban dostu Tatar Ramazan...
"Ceza istediği kadar uzun olsun.Yeter ki mahpushane koridorları kısa olmasın.İnsan bir kere voltaya düştü mü her şeyleri unutur.Neden böyledir bu ? Çünkü volta cezanın törpüsüdür. "
Ağalığını kaptırma korkusuyla kuyruğu kısılan Aptıraman, kendince çareler arar. Ramazan ise açın, yoksulun, güçsüzün ve mazlumun haklarını savunmayı, onları ezdirmemeyi kendine görev bilir.
"Bir de şunu değişmez bir yol olarak seçtim kendime. Bu dünyanın hesabı ahrete kalmamalı."
Devir ise, her dönemde olduğu gibi yine "ye kürküm ye'' devridir.
Aptıraman Çavuş ve destekçisi Akseli'nin feodaliteyi; gardiyanlar, müdür ve genel müdürün bürokrasiyi sembolize ettiği bu eser, feodalite ile bürokrasinin, saat gibi tıkır tıkır işleyen bir düzen içerisinde nasıl işbirlikçi olduklarını okura kanıtlıyor. Korcan'ın Sinop Cezaevi'nde mahkum iken kaleme aldığı bu eser, 1969 yılında basılıyor. Yani aradan geçmiş yarım asır ve biz bu düzen konusunda bir arpa boyu yol alamamışız. Acı ama gerçek!
"Biraz da sizin için arkadaşlar bu yapılanlar. Biz Çavuş’un kirli işlerine göz yummuş olsaydık, ne lüzum vardı kan dökmeye. Gül gibi geçinir giderdik. O zaman sizin ensenizdeki yumruk katmerli olurdu!”
1976 yılında İstanbul Şehir Tiyatrolarınca tiyatroya uyarlanıp, yıllarca sahnelenen eser, 1990 ve 1992 yıllarında da iki filmlik seri olarak sinemaya aktarılıyor. Kitabın ardından iki filmi de peşpeşe izleme imkanı yarattım kendime lakin pişman oldum. Çünkü filmler kitaptaki örgüden bir hayli bağımsız olarak yapılmış, senaryolarda çok ciddi sapmalar, kitapta mevcut olmayan ancak Tatar Ramazan ile özdeşleştirilmiş beylik sloganlar barındırıyor. Kitapta sarışın, mavi gözlü akça pakça olarak betimlenen Tatar Ramazan'ı, Kadir İnanır gibi kara kaşlı, kara gözlü bir adamın canlandırması ise tam anlamıyla bir hayal kırıklığı !
Kerim Korcan'ı ve onun edebiyatını daha daha çok anlatmak isterdim fakat, bu yazardan okuduğum ilk eser, haliyle kendisine hakim değilim. Bu ayıbımı kapatmak adına bu haftamı tümden kendisine ayıracağım, büyük bir şevk, büyük bir mutluluk, büyük bir gururla...
Zira Kerim Korcan'lar kolay yetişmiyor bu ülkede, geç de olsa tanıyalım, geç de olsa bilelim, geç de olsa okuyalım, geç de olsa iade-i itibarlarını lütfen verelim...
"Yaaa işte sonra yedi sene kaldı Tatar Ramazan bu mahpushanede. Başka yerlerden gelenler oldu. Başka mahpusanelere gidenler oldu. Hülasa Tatar Ramazan gelenin gözünde merak, gidenin yüreğinde tasaydı. Bir fincan acı kahvenin, iki çift tatlı sözün kırk yıl hatırı varmış. Ramazan ismi bir eyyam dudaklardan düşmedi. Yedi vilayet ve yetmiş karyede namı söylendi."