Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

340 syf.
·
Puan vermedi
·
30 saatte okudu
DEMOKRASİ ÜZERİNE BİR DENEME
Bu kitaba inceleme yazıp yazmamakta tereddütte kaldım. Umarım yazdığıma da pişman olmam. Aslında kitabın içeriğinden çok yazmak istememe rağmen neden tereddütte kaldığım ekseninde bir şeyler karalamak istiyorum. Bu yazıyı okuyacak çoğunluğun benden, milliyetçi bir tepkisellikle soykırım iddialarını yalanlamamı, kitabı ve yazarı lanetlememi beklediğine eminim. Ancak bunu yapmayacağım. Buna karşın, soykırım iddialarını kabul de etmeyeceğim. Çünkü, böylesine grift hale gelmiş tartışmalı tarihi ve hukuki bir konu hakkında karşılaştırmalı uzun okumalar yapmadan kesin sonuçlara varmak "bence" ne objektif ne de mantıklı bir davranış olur. Ne zaman bu konu gündeme gelse belli başlı tepkisel yanıtlar verilir ama bunların aslında mantıksız olduğunu bile fark edemeyiz. Bunlardan en bilindik olanı, "ama onlar da bizi katlettiler," şeklinde olanıdır. Bu tepki aslında içinde iddia edilen suçu kabul barındırdığı için tepkiyi verenin kendi topuğuna sıkması manasına gelmektedir. Çünkü bu söz şu anlama gelir: "Evet, katlettik ama onlar da katletti veya evet suçluyuz ama onlar da suçlu." Bu nedenle bence bu tarz bir argüman mantıklı değildir. Zira tepkisel argümanlarda bu tarz mantıksızlıklar ve çelişkilerle sık sık karşılaşılır. Bir diğeri ise "Osmanlı/biz katletmiş olsaydı/olsaydık bir tane Ermeni kalmazdı," şeklinde olan tepkisel argümandır. Bu, öncekinden çok daha tehlikeli ve yanlıştır. Tehlikelidir, çünkü bu sözün altında aslında çoğunlukla bir övünç duyma ve nefret gizlidir. Yanlıştır, çünkü tarihte iddia edilen suçun işlendiği hiçbir örnekte bir tanımın içine giren grupların tamamen yok edilmesi söz konusu değildir ve zaten soykırım suçunun oluşabilmesi için ilgili gruptan tek bir ferdin kalmama şartı aranmaz. Başka bir argüman ki aralarında en anlaşılabilir ve mantıklı olan bence budur: 1.5 milyon sayısı abartıdır, sayı çok daha azdır. Bu mantıklı, çünkü verilere bunu dayandırabilir ve böylelikle karşı tarafın nasıl spekülasyon yaptığını açık ederek onların güvenilmez olduğu intibasını uyandırabilirsin. Ancak bu argümanı, kurbanlık pazarlığına da çevirmemek gerekir yoksa yine kendi ayağına sıkma durumu oluşur. Bununla birlikte, 1.5 milyon veya 100 bin veya 10 bin sayıları tek başına soykırımın ne olduğunu ne de olmadığını kanıtlar. Soykırım suçu için gerek buradan barandogan.av.tr/blog/ceza-hukuk... gerekse kendi bulacağınız bir yerden detaylara bakıp bilgi sahibi olabilirsiniz. Benim dikkatimi bilhassa avukat arkadaşın verdiği şu bilgiler çekti: "Suç, sistematik bir devlet politikasının gereği olarak işlense bile kişi bakımından yetki başlığında işlediğimiz üzere devlet tüzel kişiliği bu suçtan dolayı yargılanmayacaktır. Ancak, suçun işlenmesine asli veya feri fail olarak katılan, kararları alan veya uygulayan devlet görevlileri soykırım suçundan yargılanabilecektir." Tabi, ben hukukçu değilim ve konu hakkında çok detaylı araştırma yapmadım lakin salt şu verilen bilgiden hareketle, soykırım olsa da bunu, gereğinden fazla içselleştirmenin veya sanki ben yapmışım gibi algılamanın ve bunların sonucunda hayat memat meselesiymiş gibi tepkiler vermenin pek de anlamı yok gibi duruyor. Nasıl aynı vatandaşlık bağıyla bağlı olduğumuz insanlar bir cinayet işlediğinde doğru bulmayıp, onu kınayıp aramıza mesafe koyuyorsak, dönemin yetkili kişilerini kınarsın, onların yaptıklarını doğru bulmadığını söylersin ve onlarla arana mesafe koyarsın, olur biter. Ben, burada bireysel açıdan bakıyorum. İşin tazminat veya buna benzer boyutları hakkında detaylı bilgi sahibi değilim. Düşünce ve ifade özgürlüğü bizim ülkemizde her zaman sorunlu olmuştur ve halen de öyle malesef. Sürekli "ama"larla kesintiye uğrar. Halbuki her kesintiyle insanlarla birlikte devletimizin de sessizliğe gömülerek bundan derin yaralar aldığının farkında bile olmayız. Bir kere, insanların ne düşündüğünü söylemesine doğrudan veya dolaylı mani olarak onları gergin, korkak, öfkeli ve hatta paranoyak bir ruh haline sevk edersiniz. Buna hep devletin varlığı ve bekası bahane olarak gösterilir. Lakin burada temel bir paradigma hatası söz konusu ve bundan, geçmişten günümüze toplum olarak çok çektik ve çekiyoruz: Halk, devlet için vardır anlayışı hakimdir. Bu yanlıştır, devlet halk için vardır. Eğer ikincisi gerçekten hakim olsa, insanları "ama"larla susturmazdık. Ve bu suskunluk atmosferi nedeniyle yaşanılan hiçbir sorun kalıcı bir çözüme ulaştırılamıyor. Gücü eline alan dar bir zümre, bu gücün sürekliliği için halkı milliyetçi ve dinsel temalarla sürekli manipüle eder ve bir yandan da çoğunlukla ülkede kutuplaşma hakim olduğu için hayali bir savaş yaşayan halk, tartışma kültürünü bir türlü edinemez. Bunun en bariz göstergesi, tartışmalarımıza katıksız şekilde hakim olan ad hominem gibi safsatalar ve insanları yaftalamak ve onları belli ideolojilerle kodlayarak dar bir alana hapsetmektir. Bu duruma 1k'da da sıkça denk gelirsiniz. Birine övgüler düzün sizden iyisi olmaz ama bir defa sadece bir defa aynı kişiyi eleştirin, ya paylaşımını yoruma kapar ya sizi saygı duy vb. diyerek susturmaya çalışır ve sanki suç işlemişsiniz gibi hissetmenize neden olur ya da sizi engeller. Bu şekilde tartışma kültüründen uzak bir toplumun öz eleştiri yapması, tarihine nesnel yaklaşması ve onunla gerekiyorsa hesaplaşması, sorunları derinlemesine araştırıp tespit etmesi, sonra da farklı fikirleri dinleyip çeşitli çözüm önerileri üretmesi gibi gelişmiş demokrasi edimlerini göstermesi mümkün değildir. Bilakis gelişmemiş bir demokraside veya sözde demokrasilerde bu edimleri yapmak, bir kadını öldürmekten veya ona tecavüz etmekten daha büyük suç olarak görülür. Çünkü insanı yaşat ki devleti yaşatasın sadece kulaklara çalınan hoş bir sedadır, faal olan ise devleti yaşat ki sen de belki yaşarsındır. Demokrasi farklılıklara dayanır aslında, yani demokrasi nedir diye sorsalar ve tek kelimelik bir cevap isteseler, farklılık derim. Ama bizim toplumumuz eminim ki, büyük ölçüde sandık der. Sandığa git, oyunu ver. Tamam, demokrasi bu kadar. O sandıktan çıkan partinin her şeyi ama her şeyi yapmaya hakkı "vardır". Ona ne yargı bir engel koyabilir ne de halk en temel hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşlerini düzenleyerek karşıt olduğunu belli edip bir uyarı verebilir. Tam bu noktada, yakın zamanda Netflix'te izlediğim çok iyi bir belgeseli tavsiye ediyorum: "Değişiklik Yap: ABD'de Eşitlik Mücadelesi". Biliyorum şu an ABD deyince hemen irrite oldunuz, bin çeşit ön yargı ile doldunuz ve bunlarda da haksız değilsiniz. Ama iki dakika bunlardan sıyrılıp düşünmenizi istiyorum. ABD onca olumsuz yanına rağmen, insanların sokaklara çıkıp hakkını arayabildiği ve daha da önemlisi bunun meyvelerini zor da olsa toplayabildiği bir ülkedir. Bunda başat unsur, onların başkanlık sisteminin, başkanın her istediğini yaptığı bir özellikte olmaması, onun gücünün "farklı" kurumlarla dengelenmiş olmasıdır. Bunlardan en önemlisi tabiki yargı organıdır. Yine Netflix'ten iki yapımı tavsiye etmek istiyorum bu noktada. Her ikisi de gerçek hikayelerden hareket ederek yapılmış: "Marshall" ve "Amerika'nın En Çok Nefret Edilen Kadını". İlkinde siyahi bir avukat, siyahilerin hakları, ikincisinde ise bir kadın ateistlerin hakları için mücadele eder ve bunda yargı vasıtasıyla büyük ölçüde başarılı olup olumlu adımlar atarlar. Çünkü gelişmiş demokrasi, sorunsuz bir demokrasi değil, sorunlarını çözebilen ve bunun için kanalları olan, demokrasiyi sandıktan ibaret görmeyen demokrasilerdir. Biliyorum ki onca laf etmeme rağmen hala "ya şimdi bu soykırım var mı yoksa yok mu diyor," diye cümlelerimi didikleyenler olacak. Çünkü pek çok insan için önemli olan şu: bizden mi "onlar"dan mı sorusuna cevap bulmak. Onlar kavramı da çok ilginç. Onlar, nefret edilen herkestir ve gelişmemiş veya sözde demokrasilerde gerçek eşitliğin tek var olduğu yer de tam olarak burasıdır. Onlarsız yapamayız. Yoksa öfkemizi boşaltamaz ve bu boşaltamadığımız öfkemiz kendimize döner bizi kanser hücresi gibi yer bitirir. Bu nedenle acilen kendimize onlar bulmalıyız. Twitter, sanki bunun için yaratılmış (şu an mesela, pek çok kişi onlar'ını buldu, haşa Tanrı'dan başkası yaratabilir mi, bak sen şu utanmaza vb.) gibidir. Yoğun bir nefret vardır orada. En masumane yaptığınız espriye anında on farklı fraksiyondan duyar, ajitasyon, çarpıtma, küfür, hakaret, iftira, hedef gösterme, linç etme girişimi gelir. Twitter, Türkiye'de bu yüzden her yaştan ve cinsel yönelimden insanın ortak mastürbasyon yaptığı bir mecradır: öfke mastürbasyonu (şu an bazıları onlar'ını buldu). Bence her kutsal, insana vurulan bir prangadır. Bu nedenle kutsallarımızı minimize etmeliyiz. Ancak gelişmemiş veya sözde demokrasilerde insanların her tarafı kutsallarla sarılıdır ve bunun böyle olmasını en çok isteyen ve bunun için çaba gösteren güç sahibi dar zümredir. Çünkü bir insana ne kadar kutsal benimsetirseniz, o insana o kadar "ama" dayatabilir ve onun hem kendi kendine hem de başkalarına baskı uygulamasını sağlayabilirsiniz. Ama dikkat ediniz, insanın düşünmesi, sorgulaması ve bunların sonucunda kendisini ifade etmesi bu çevrelerce, gelişmemiş veya sözde demokrasilerde kutsal olarak görülmez asla. Çünkü bunlar, onlar ve bu yapı için en ciddi tehlikedirler. Şimdi denilebilir ki madem pranga o halde görülmemesi normal, evet buna itirazım yok; benim itirazım, kutsallık kavramının nasıl da insanlara belli istikametler vermek için bir afyon gibi kullanıldığı ve bir prangaya dönüştürüldüğüdür. Bu dünyada gelmiş geçmiş her devletin tek bir kutsalı olmuştur ve olacaktır: Güç! Gerisi sadece bu gücün meşrulaştırılmasından ibarettir. O kadar laf kalabalığı yaptın, bari biraz da kitaptan bahset diyebilirsiniz. Peki o halde, kısaca yazarın tezini şu şekilde özetleyebilirim: İttihat ve Terakki Cemiyeti, tehcir kararını savaş esnasındaki şartlar gereği zorunlu olarak almış değildir. Bilakis daha öncesinden bu kararı almıştır. Çünkü, Balkan hezimetinden sonra Osmanlı'nın can damarı olan Balkanların çok büyük bölümünün bir zamanlar azınlık olan uluslara kaybedilmesinin ardından, kalan topraklarda devletin devamının sağlanmasının tek yolunun Anadolu'nun etnik ve dinsel yapısının homojenlik ekseninde değiştirilmesinden geçmiştir İttihat ve Terakki yetkililerince. Bunu yazar detaylandırır ve sonra izlenen yöntemleri, sürecin nasıl işlediğini vb. açıklayarak devam eder. Kitabın kapağındaki ana adın altında yer alan alt başlıktan da belli olacağı üzere, bu çalışmasını oluştururken ağırlıklı olarak Osmanlı kaynaklarını kullanmıştır. Başta da söylediğim üzere ben salt bir kitaba dayanarak bu konu hakkında kesin bir sonuca varmak taraftarı değilim. Bu paragrafta aktardığım özet de yazarın tezidir, benimle alakası yoktur. Sadece şunu diyebilirim: Hemen öncesinde iki kitap okumuştum. Her ikisinin yazarı da Ermeni'ydi. Bunlardan İttihat ve Terakki ile Ermeni Cemiyetlerinin ilişkisini inceleyen de genel olarak iyiydi. Ancak diğeri salt propaganda amaçlıydı. En azından bana öyle geldi ve bunun için onu kötü buldum. Taner Akçam'ın bu çalışmasında ise propaganda kokusu almadım. Uzmanlık alanı da bu konu gördüğüm kadarıyla, ve bu doğrultuda bir çalışma yaparak kitaplaştırmış ki konuyla ilgili başka eserleri de bulunuyor. Varılan sonuçlar doğrudur, yanlıştır bu başka konu. En azından farklı bir tez okumak için başvurulabilecek bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Yine cümlelerimi didikleyip, sorusuna cevap arayanlar için az önce ilgili kitaplar için kullandığım "iyidir" sözü, kitaplardaki tezlere, görüşlere, yorumlara katıldığım manasına gelmemektedir. Okunabilir mi, okunmaya değer mi, kullanılma amacı budur. Her okunmaya değer kitabın da içindeki her şeye katılıyor değildir insan. Daha kendimi ne kadar açık ve anlaşılır şekilde anlatabilirim, bilmiyorum. Keyifli okumalar.
‘Ermeni Meselesi Hallolunmuştur’
‘Ermeni Meselesi Hallolunmuştur’Taner Akçam · İletişim Yayıncılık · 201417 okunma
··
993 görüntüleme
Homeless okurunun profil resmi
İnce eleyip sık okudum ancak hangi taraftasın anlayamadım. :D Çok güzel incelemişsin Kaan. Tehcir meselesinin bu denli karışık olması tarafların ''olumlama'' ve ''veryansın''larından ötürü ömürlük çıkmaz. Çavuşoğlu'nun zamanında tarihçilerimizle oturalım, belgelerle konuşalım tarzı bir açıklaması vardı. Aslında yetersiz olsa da çözüm için bir adımdı. Ermeniler elinin tersiyle itti. Bu tür kaynakları ne kadar çok okursak o kadar net bir resim oluşur kafamızda. İncelemeyi okuyup ''onlar'' arayanlar için spoiler vereyim. Öyle bir şey bulamayacaksınız. İşine gelen, gelmeyen herkes okusun ufuk açıcı bir inceleme olmuş.
Kaan okurunun profil resmi
İncelemedeki gri, puslu öğeyi iyi yerleştirebilmişim, güzel :D Ermenilerin teklifi geri çevirmesi bence de çok olumsuz bir andı. Umarım ileride her iki taraf daha olumlu yaklaşırlar konuya ama son Karabağ olayları nedeniyle daha uzun süre bu mümkün gözükmüyor. Teşekkür ederim Onur, beğenmene sevindim.☺
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Semih Doğan okurunun profil resmi
İyi ki yazmışsın Kaan. Ellerine sağlık. Doğru yaklaşım budur bence de. Bir konu hakkında detaylı bilgiye sahip olmadan o konuda taraf tutmak son derece yanlış bir davranış. Bu konuda da hep başkalarının anlattıklarını duyuyoruz. Ben de tam olarak seninle aynı noktadayım. Sadece Baran Doğan’ı görünce gülesim geldi :) Ceza hukuku ilke ilgili her konuda internette paylaşım yapmış bir arkadaşımız. Zaman zaman yanlış bilgiler de yazıyor ama genelde halkın diline yakın bilgiler verdiği için seviliyor. Ayrıca elbette cezalar şahsidir. Ceza hukukunda gerçek kişiler cezalandırılır, tüzel kişiler cezalandırılmaz. Ama sadece bu bakış açısı ile devletleri temize çıkarmak da doğru olmaz. Yapılan soykırımlar neticesinde af dileyen devletler ile soykırım yapmasına karşın bunu şiddetle reddeden devletler aynı kefeye konulmamalı. :)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Semih :) Avukat arkadaşı tanımıyorum. İnternette her şeye itibar etmemek gerekiyor, ama en azından yüzeysel bilgi sahibi olmak için mesleki sıfatlarına güveniyoruz. Demek ki hata etmişim :) Elbette af dileyen ve hatalarını telafi etmeye çalışan devlet diğer türlü davranandan daha üst konumda görülmelidir. Benim burada asıl hedef noktam, insanlar. Bireysel olarak, devletimizin veya geçmişteki devletin üst kademelerinde bulunmuş insanların her yaptığı davranışı mutlak surette sahiplenilecek ve içselleştirecek bir şey olarak görmemeliyiz. Tabi buradan hepten kayıtsız kalalım demiyorum, yanlış anlaşılmasın lakin olaylara olabildiğince objektif bakabilmemizin önüne ket vuran unsurlardan azade olabilelim.
Semih okurunun profil resmi
Güzel bir yazı olmuş, yorumlarınıza büyük oranda katılıyorum. Ancak bence konunun günümüzde geldiği nokta ölülerin arkasından onlara saygı göstermek ve olayların gerçekte nasıl yaşandığını ortaya çıkarmaktan ziyade; ülkelerin birbirlerine üstünlük kurma yarışı, diğer ülkeleri etkileyerek ittifak edinme, itibar kazanma veya karşı tarafın itibarını zedelemeye çalışma, ülke yönetimlerinin kendi iç siyasetlerindeki güç çıkarlarını etkileme gibi aslında tamamen günümüzü ve geleceği etkilemeye yönelik politik adımlar atmaya çalışılmasıdır. Böyle bir ortamda taraflardan herhangi birisinin hatasını kabul edip, bu durumu düzeltmeye çalışması biraz hayali kalmaktadır, bunun sebebi de yukarıda belirttiğim gibi bu tip bir adımın hem ülkelerin çıkarlarına, hem siyasilerin çıkarlarına ters düşmesindendir. Yazdıklarımdan onları savunduğum veya herhangi bir taraf tuttuğum anlamı çıkarılmasın ancak uluslararası politikalarda ülkelerin genelde uyguladıkları politika dürüstlük değil çıkarları koruma esasına dayanmaktadır. Çok siyasetten anladığım söylenemez ama bence bu olayın günümüzde hâlen netlik kazanamamasının başlıca nedeni budur.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim yorumunuz için. Öyle tabi, çıkarlar söz konusu olunca gerçeklere ulaşmak geri planda kalır.
Ayşe* okurunun profil resmi
''Çünkü insanı yaşat ki devleti yaşatasın sadece kulaklara çalınan hoş bir sedadır, faal olan ise devleti yaşat ki sen de belki yaşarsındır.'' Günümüz Türkiye'sine ne uygun bir tanımlama, çok objektif ve güzel ele almışsın Kaan çok beğendim yazını, umarım vakit ayırıp bende okuyabilirim bu kitabı epey ilgimi çekti. Ağzına sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Ayşe, beğenmene sevindim.☺
İsmail okurunun profil resmi
Devleti yaşat ki belki sen de yaşarsın, demokrasinin sandıktan ibaret olmadığı ve devlet için tek kutsalın güç olduğu kısımları özellikle etkileyiciydi. Onun dışında da bakış açınızı değerli buldum. Güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler..
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.
Rîndkeş okurunun profil resmi
Bizde üstad herkes Kendi mahallesinde ve kendi tabuları ile yaşamayı seviyor, rahatı kaçıran kalemleri çok sevmeyiz, yalanda olsa bizi iyi hissettiren şeyleri severiz 👍
Rîndkeş okurunun profil resmi
Hocam kalemine sağlık
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.