"Sussam Gönül Razı Değil"Her şeyin zıttı ile kaim olduğu şu âlemde, Suskunlar’ı anlatabilmek için konuşması gerekiyordu birilerinin. Bu maksadı hâsıl eylemek niyetiyle aldım sazı elime. Sâkitini, kimi zaman dilsiz şeytan kılan kimi zamansa Hakk’a ulaştıran sade ama çetrefilli ‘susmak’ eylemi üzerine temellendirilmiş olan bu kitabı konuşmak zor olacak. Biliyorum, “söylesem tesiri yok” ama “sussam gönül razı değil.”
Kitabın; Yegâh, Dügâh ve Segâh adlı üç bölümden oluştuğunu söylemem, sanırım musikî ile ne kadar hemhal olduğunu anlamamıza kâfi gelir. Fakat bu konuya değinmeden evvel yazarın kitap boyunca ustalıkla kullandığını düşündüğüm iki öğeden bahsetmek isterim: Bunlardan biri betimleme, diğeri ise ironi.
Yazarın, kitap boyunca beş duyuya birden hitap eden kuvvetli betimlemeleri hayranlık uyandırıcı. Sözgelimi, anlatılan bir çarşı kalabalığını sadece okumuyor tıpkı oradaymışçasına tüm coşkusuyla yaşıyorsunuz. Kâh kırmızı serpuşlu Yahudi bir tüccarla göz göze geliyor kâh denizden henüz çekilmiş ağlardan alınıp tezgâhlarda teşhir edilen taze balık kokusu karışıyor soluğunuza kâh başındaki tepside rengarenk macun satan sıska oğlanın gül macununun tadını duyumsuyorsunuz. Bir yandan göbeğiyle aranızda sadece birkaç santim olan şerbetçinin belindeki kemere asılmış gümüş tasların 'tın tın' sesleri kulağınıza dolarken beri yandan bozuk mallarını satmaya ant içmişçesine bağıran envai çeşit çığırtkan satıcının sağlı sollu doldurduğu çarşıyı kimseye çarpmama ihtiyadıyla telaş içinde arşınlıyorsunuz.
Yazarın ustaca bulduğum bir diğer yönü ise kitaba baştan sona hakim olan İronik yaklaşımı. Yazar bu yaklaşımını bilhassa taklidi imandan tahkiki imana ulaşamamış, dogma inançlara sahip kesim üzerinden sergiliyor. Örneğin, verdiği vaazda okuduğu âyetin etkisiyle döktüğü gözyaşları henüz kurumadan muhaliflerine küfürler savuran vaizleri bu yaklaşımla ele alıyor. Çıkarcıları, ömrü hayatında vaftiz olduğundan bu yana vücudu su yüzü görmeyen pasaklıları, malını başkasına kazara yedirdiği için inme inen cimrileri ve daha birçoklarını...
Müziğin insan ruhuna olan etkisinin yadırganamaz bir gerçek olduğu konusunda hemfikiriz sanırım. Kitap da bunu tasdik edercesine musikî bir şölen sunuyor okuruna. Belki de İbrahim dedenin söylediği gibi Adem'e üflenen yaşam nefesini soluyoruz hâlâ hepimiz. Ve hepimizin bir yaşam şarkısı vardır. Zira üflenen nefes değil, nağmelerdir belki de. Yaradanın, yegâh makamından başlayıp heftğah makamında es verdiği terennümlerle yarattığı bu âlemde, birer yaradılan olarak musikiden etkilenmemiz gayet tabii aslında. Yaradılışımızdaki bu musikîye aşinalık sebebiyle kitabı okurken Eflâtun’u sağır ve dilsiz bırakan ney ıslığını biz de işitiyor, Veysel Bey'in armudi kemençesinden dökülen içler acısı hüzzamla hüzünleniyoruz.
Kitap dilinde bolca eski kelimeler kullanılmış. Bunun muhtemel sebebinin, kitap içerisinde eski tarihin anlatılması olduğunu düşünüyorum. Şahsen eski lisana olan alâkamdan ötürü yazarın dili beni zorlamadı ve yormadı. Tüm bunların yanı sıra yazarın karakterleri için seçtiği isimlerin de gelişigüzel seçilmediği çok açık. Ayrıca mahkumlar, paşalar, dervişler vb toplumun her kesiminden insanı; zindanlar, konaklar, dergâhlar vb pek çok farklı mekânı harmanlaması kitabı zenginleştiren bir başka unsur bana kalırsa.
Ve en nihayetinde kahinden şeyhe, Tağut’tan Lazar'a, Batın’dan Zahir’e, Eflâtun'dan daha birçoklarına herkesin sustuğu bu demde bize de susmak yakışır. Susmak, ne çok konuşmak...