Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

270 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Sermayenin denetimsiz gücü altında ezilenler
“Demir Ökçe”, bence üç nedenle dünya klasikleri arasında yer almayı ve kuşaklar boyu okunmayı hak ediyor: Birincisi, 1906 yılında yazımına başlanan romanın ilk distopya örneği olarak edebiyat tarihine geçmesi. Öyle ki,
George Orwell
George Orwell
’in “
1984
1984
”ü, büyük ölçüde London’un “Demir Ökçe”sinden esinleniyor. İkincisi, şaşırtıcı derecede başarılı gelecek öngörüleri içermesi; ki daha 1900lerin başında, savaşlar ve faşist rejimler ufukta görünmezken, London’un bu doğru tahminleri siyasetteki uzmanlığını ve topluma yakınlığını gösteriyor. Üçüncüsü, ve bence en önemlisi, kapitalizmin ana vatanından, bu düzeni kıyasıya, acımasızca, sansürsüz, korkmadan eleştirebilen cesur yazarı. Böyle bir yazara şapka çıkarılır öncelikle… MS 2600 yılında Anthony Meredith isimli bir akademisyenin bulduğu, yüzyıllar öncesine ait notlar vasıtasıyla bilinmeyen geçmişe, 1912-1932 yılları arasına gidiyoruz. Vahşi kapitalizmin şekillendiği ve sosyalizm ile savaşının pik noktasına ulaştığı bu yıllarda yaşananlar, oligarşik tiranlar tarafından bilinçli olarak tarih sahnesinden silinmiş ve yüzyıllar boyunca gelen tüm nesillerden özenle saklanmış. Avis Everhard’ın, dönemin ünlü sosyalist liderlerinden Martin Everhard’ın eşinin, günlük benzeri notlarını takip eden Meredith gizli kalmış bu döneme ışık tutmakla kalmıyor, aradan geçen 600 yılda değişen bir çok olguyu da dipnotlarla okuyucusuna aktarıyor. Bu sayede bizler hem tarihte yaşanan bu büyük savaşımı, hem de izleyen dönemde insanlığın nasıl evrildiğini Meredith’in yazılarından takip ediyoruz. Burjuva sınıfına mensup, tanınmış bir akademisyenin kızı olan ve üniversite eğitimi alan Avis ile Martin’in aşkına romanın ilk bölümünde şahit oluyoruz. Avis’in aksine düzenli bir eğitim almamış, kendi kendini eğitmiş, çocukluğundan itibaren beden gücü ile çalışan nalbant ustası Martin, birebir yazarımızın kopyası adeta. Zira Jack London da aynı Martin gibi yoksul bir ailede dünyaya gelen, çocukluğundan itibaren bedenen çalışmak zorunda kalan akıllı, yetenekli ve azimli bir işçi ve büyük toplulukları etkileyen başarılı bir sosyalist lider. Yazarın bu zorlu yolculuğunda yaşadığı -ve “
Martin Eden
Martin Eden
” isimli romanında daha fazla yer verdiği- kimi travmaları “Demir Ökçe”de de Martin üzerinde görüyoruz -tembel ve akılsız bulduğu burjuvayı aşağılaması, giyim-kuşam ve görünüşüne gösterdiği aşırı özen, fiziki gücünü ön plana çıkarması gibi-. Martin de, aynı gerçek hayattaki London gibi, sosyalist partide aktif rol alıyor, toplantılara katılıyor, etkin konuşmaları ile herkesi kendine hayran bırakıyor. Nitekim romanın bu ilk kısmı
Karl Marx
Karl Marx
’ın ekonomik kuramından hayli etkilenmiş Martin’in kilise mensuplarını ve küçük burjuvayı söz düellosunda nasıl bozguna uğrattığını -ve bu esnada Avis’i kendine nasıl aşık ettiğini- anlatıyor. Romanın ikinci kısmı, evlenmeye çalışan bu gençlerin ve yakınlarının hayatlarının nasıl adım adım mahvedildiğini aktarıyor. Vahşi, kuralsız kapitalizmin karteller ve tröstler vasıtasıyla küçük esnafı, kar baskısı ile ise işçileri acımasızca ezdiği o dönemde, sosyalizmin toplumdaki desteğinin yükselmesi ile oligarşi için korku çanları çalıyor. Malum oligarşikler için mal her daim insanların canından tatlı olduğundan, topluma korku salmak amacıyla faşist yönetimin ilk adımları atılıyor; devlet görevlileri rüşvete boğuluyor, basın ele geçiriliyor, yargı adamına göre işliyor, malını mülkünü kaybedip dımdızlak ortada kalıvermek ya da yok yere hapishaneye/tımarhaneye kapatılmak günlük sıradan vukuatlar haline geliyor. Everhard’ların bireysel acıları eşliğinde bizi bu gelir dağılımı bozulmuş, huzursuz toplumda gezintiye çıkarıyor. Romanın üçüncü ve son kısmı sosyalistlerin meclise girmesi sonrası yaşananları anlatıyor. Tehlikenin iyice büyümesi, oligarşiyi daha acımasız ve keskin tedbirler almaya itiyor. Kendi ordularını kuruyorlar -bizim alıştığımız şekli ile mafya ile işbirliği yapıyorlar-, istihbarat için tüm devlet imkanlarını kullanıyorlar, provokasyonlarla ortalığı ateşe verip suikastler düzenliyorlar. Sosyalist kesim de boş durmuyor; onlar da yer altına inip örgütleniyor ve ezilmeden, güç kaybetmeden ayakta kalma ve silahlı direniş gösterme planları yapıyor. Sonunda kaçınılmaz şekilde bir iç savaşa evrilen bu huzursuzluk ortamında herkes kaybediyor, en çok kaybeden tabii ki yine en güçsüzler oluyor. Sosyalizm yeniliyor ve adı tarihten siliniyor. Jack London’ı çarpıcı kılan bir çok faktör var bu eserinde. Öncelikle öngörüleri muazzam, yakın zamanda gerçekleşecek dünya savaşlarını şaşırtıcı doğrulukta tahmin ediyor. Tabii bunda
Karl Marx
Karl Marx
’ı doğru anlamış olmasının etkisi de çok büyük; sanayinin ürettiği ancak ülke içinde düşük ücretler nedeniyle tüketilemeyen artı değerin yurt dışına satılması zorunluluğunu ve bunun ülkeler arasında yeni bir sömürge savaşı -günümüzdeki adı ile pazar paylaşımı- yaratacağını Marx söylemişti, Jack London da içinde yaşadığı gerilimli ortamdan hareketle bu çılgınlığın yaklaştığını tahmin etmiş olmalı. Sosyalist parti toplumda yükseldikçe oligarşinin devlet aygıtını rüşvetle arkasına alıp faşist yönetimleri destekleyeceği öngörüsü de muazzam; 40 yıl sonra ülkemizle birlikte Yunanistan'ı, Avrupa’nın büyük ülkelerini -Almanya, İtalya ve İspanya-, tüm Güney Amerika’yı, uzakdoğunun kilit noktalarını etkisi altına alan faşizm rüzgarı, sosyalizm korkusu ile her ülkede belirlenen şerefsiz canavarlara para musluklarının sınırsız açılması ile önü alınamaz hale gelmişti. Türkiyemizde Atatürk’ün vefatının hemen sonrası defalarca kez yaşadıklarımızın aynısı: grevler, grev kırıcılar, aşırı milliyetçi örgütler, kimliği belirsiz saldırılar, gündem değiştirme amaçlı suikastler, baskınlar, kundakçılık, sürekli tehdit, topluma sızmış ajan-provakatörler, dini kurumların siyasi pozisyon alması, düzeni sağlamak için askerin duruma el koyması ve ne hikmetse hep solcu liderleri işkencede susturması… London’ın aktardıkları bize hiç uzak değil. Bu arada bu yaşananlar, resmi tarihlerinde pek sözü geçmese de, Amerikalılar için de hiç yabancı değil. Rusya’da komünizmin yükselmesinden itibaren taa Glastnost’a kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde de sosyalistler takip edilmiş, maddi olarak zora sokulmuş, kimi zaman vatan hainliği ile suçlanmış ve özellikle büyük sermaye tarafından damgalanmışlardı. Dönemin Hollywood’u bu günlere güzel bir örnektir; sol ideolojili hiçbir film yapılmazken sol görüşlü yönetmen ve oyuncular adı konmamış film kartelince dışlanmışlardı. "Senato ve Bakanlar Kurulu, amaçsız, bomboş bir tiyatronun oyuncularıydı.” demiş Jack London. Günümüzde, bir Apple’ın birçok ülkenin gayri safi milli hasılasını katladığı bir dünyada, sermayenin gücünün giderek artarken siyaset nasıl şekillenecek, ben de merakla bekliyorum. Ama Trump, Macron, Boris Johnson örnekleri, gelişmiş ülkelerde bile bu boş tiyatronun devam edebileceği sinyalini veriyor.
Demir Ökçe
Demir ÖkçeJack London · Oda Yayınları · 200614,7bin okunma
··
7bin görüntüleme
GIORDANO BRUNO okurunun profil resmi
Kalemine sağlık çiçek kadın.
Bahadır Çavuşoğlu okurunun profil resmi
Yıllar yıllar önce okuduğum ve çok beğendiğim bir romandı Demir Ökçe incelemeniz sayesinde yeniden hatırladım, çok teşekkürler. O zaman London'ı okurken, abarttığını düşünmüştüm ama şimdi düşünüyorum da galiba tüm dünyada oligarşi gerçekten iktidar hem de London'ının çizdiği tablodan daha karanlıkça.
AkilliBidik okurunun profil resmi
Böyle düşünmemiz ne kadar acı, değil mi? "Yok canım, artık bu kadarı da olamaz" dediklerimizi birkaç yıla yaşıyor ve artık şaşırmıyor olmak...
E.Y. okurunun profil resmi
Çok özür dileyerek bir şey sorabilir miyim? Tarih olarak ben de bir kavram kargaşası oluşuyor. Bir türlü çözemedim. 1912,1913 tarihleri tamam da, MS 2600 neyi ifade ediyor?
AkilliBidik okurunun profil resmi
Tabii ki, incelememi tekrar okuyunca gördüm ki ben de pek iyi ve açık anlatamamışım. Bu bir distopik roman ve MS 2600 yılında geçiyor. 2600 yılında yaşayan bir bilim adamının, Anthony Meredith isimli bir akademisyenin bulduğu notlar vasıtasıyla 1912-1932 yılları arasına gidiyoruz. Aradan yüzlerce yıl geçtiğinden toplumun hafızası da neredeyse silinmiş, o yüzden Anthony Meredith'in bulguları o eski dönemlere ait bilinmeyen tarihini aydınlatıyor.
E.Y. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim...Şimdi oturdu kafamda iyice.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.