Carl Gustav Jung; "İyi bir şifacı yaralı olmalıdır. Yarası olmayan şifacı iyileştirici olamaz" der. "Sana büyük acılar vereceğim, çünkü senin büyük sevinçler yaşamanı istiyorum." diye ekler
Oruç Aruoba . Zirâ hayata 'aynı açıdan' değil 'aynı acıdan' bakmış olanlar anlaşabilir..
İyi bir hafızanın, bazı geceler nasıl cana kastettiğini sadece yaşayanlar bilir. Hatırlamak lanettir bazen; unutamamak felaket.
“Ah hafıza, huzurumun baş düşmanısın.” Diyor,
Miguel de Cervantes . İyi bir hafızanın, bazı geceler cana kastettiğini herkes bilmez. Hatırlamak lanettir, bazen; unutamamak felaket.
"Unutmak kelimesi un'dan çıkmış. Bildiğimiz un. Öyleymiş. Unutmak için un ufak etmek gerekiyormuş. Birini bütün olarak unutamazmışsın zaten. Öyle pat diye unutamazmışsın. Öyle yavaş yavaş gidermiş. Yavaş yavaş unuturmuşsun. Gözleri, kaşı, burnuyla kulağı, sesini yavaş yavaş..."
Friedrich Nietzsche diyen arkadaşlara hem katılıyorum, hem de unutmanın sadece hayallerde "bir gün ben de unuturum" klişesi üzerine kurulmuş bir umut olduğuna inanıyorum. Gerçekten unutmak mümkün mü?
Belki unutmak değil, alışmak vardır yokluğuna.
Sabahattin Ali'nin dediği gibi; "...unuttum diyemem, fakat üzerimde bir tesiri kalmamış..." tesiri kalmayınca yara kabuk atar...
E biz şimdi hangisini baz alalım? Yaranı açarsan enfeksiyon kapar. Pansuman yapmazsan kendi kendine iyileşmez. Başına gelmeyen anlamaz. Unuttuğunu sanarak da yalnızca kendini kandırırsın.
Hayat karşısında hataları sorgulamadan yaşamaya çalışmak, iyileştirmez. İyileşme bir süreçtir, sancılıdır, sarsıcıdır vazgeçistir, vazgecemeyen iyileşmez. İyileşmeden yaraları ile yaşayan insanlarla iletişimde olmak ise yorucudur.