Gönderi

Banyolarda gözyaşı dökenleri, mutfaklarda kendilerini kesenleri, gece üçte teraslarda sigara içenleri himaye eden anlaşılmaz gece seslerinin meleğine. İğrenç derecede yalnız. Son yıllarda kendimi böyle hissediyordum, en doğru tanım buydu. Bunu, bir süre önce bir telefon kabininin üzerinde siyah keçekalemle yazılmış olarak gördüm: “İnsanları seviyorum, bu da beni iğrenç derecede yalnız yapıyor.” Ve iğrenç yalnızlık nöbetlerinde kafamda dönen inatçı cümleler listesine ilave ettim. Geç ve neşesiz bir ağustos ikindisinde mahallede dolaşmaya çıktım. Çürük kokusu. Olgunluktan dökülen erik kokusu, sarhoş edici, şıra esanslı. Asla olmayacak bir rakı. Yuvarlanan bir karpuz kabuğu, suyu eşekarısı ordularınca artık emilmiş, daha sonra da karıncalar kafilesi tarafından son damlasına kadar kurutulmuş. Nefesimle birlikte onu içime çekiyordum, hayır, pis bir mahalle meyhanesinde kafayı bulmaya kararlı bir insanın azmiyle onu içime boşaltıyordum. Camla kapatılan balkonların yıkık dökük, paslı doğramalarına bakıyordum. Garibanın bu ufak kurnazlığı: tek balkonunu kapatmak, ona pencereler, perdeler takmak, onu akvaryuma çevirmek, bir-iki metre daha kazanmak, tek odalı dairesine bir oda daha katmak, oraya sobayı, eski ocağı, biber ızgarasını çıkartmak, köşeli plastik saksılara dereotu, maydanoz, soğan, hatta bir kök domates bile ekmek, onu aynı anda mutfak ve kış bahçesine dönüştürmek. Zavallı hayatının vitrininde akşamüzeri biber kızartmak veya geç saatlerin anlaşılmaz hüznü içinde atletle sigara içmek. Bir okul bahçesinden geçtim, basketbol panyaları eğrilmiş, potaları yok, otlar içinde. Ot, üzerinde birkaç veledin hararetle top koşturduğu çatlamış asfaltın aralıklarından fışkırıyordu, orospu çocuğu, sıra sende, kodumun ibnesi, dedi olsa olsa on yaşında olan veletlerden biri, sonra “ibne” ona siktir git dedi ve oyun devam etti. Oradan çekip gitmeme neden olan, ifadelerin kendilerinden çok, o ses değiştirme çabaları, yırtınmalar, hırıltılı ve korkutucu bir ses çıkartmak için o boğaz zorlamalardı. Ezilmiş su şişeleri, bir gazete parçası, üzerinde “Sozopol ikinci Kudüs oluyor” yazısı. “Dün orada Yahya'nın mucizevi kutsal emanetleri keşfedildi: sağ ele ait 3 eklem kemiği, bir topuk ve İsa’nın kuzenine ait bir diş...” Taşranın ucuz sahte mistisizmi. Bir gettoya dönüşmüştü. Belki de hep böyleydi. Hiçbir şey değişmemişti - her yere ağır ağır yayılan pas hariç; panel binalar 30 yıl daha yaşlanmış, onarılmaları imkânsız. Bir zamanlar herkes şunu tekrarlıyordu: Bizim için artık geç ama bari çocuklar daha farklı bir hayat yaşasa. Geç sosyalizmin mantrası. Şimdi aynı cümleyi söyleme sırasının bana geldiğini anlıyorum.
Sayfa 194 - VII. Global Güz, The Saddest Place In The World (* İng. Dünyadaki en hüzünlü yer -ç.n.)Kitabı okudu
79 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.