Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

339 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 günde okudu
İlk önce Cemil Meriç'in kendisiyle başlamak istiyorum. Hatay henüz Türklere ait bir toprak değilken göçmen olarak gelmiş, Türkleşince de orada yabancı kalmış bir kişidir kendisi. Dolayısıyla dili ve ırkı dolayısıyla sürekli dışlanmıştır. Bu dışlanma da onu kendi dünyasına, kitaplara ve edebiyata itmiştir: ''Kitap bir limandı benim için...'' derken bunu da çok güzel bir şekilde yansıtır Meriç. Hayatı boyunca bir irfan adamı olmak isteyen Cemil Meriç henüz küçücük bir çocukken Dostoyevski, Balzac gibi birçok önemli yazarı okumuş bir insandır. Öyle ki ortaokula geçtiğinde Suç ve Ceza'yı çevirmeye kalkışır. Bütün hayatını kitaplarla haşır neşir olarak geçirir ve tek bir isteği vardır: ''Aydınlanmak ve aydınlatmak.'' Ne var ki 38 yaşında gözleri mütemadi bir karanlığa gömülür. Fakat yine de vazgeçmez kitaplardan ve arkadaşlarının, öğrencilerinin yardımıyla; onların seslendirmesiyle kitaplar okumaya devam eder. Ve yazarlığını da bu şekilde sürdürür. 'Bu Ülke' ilk eseri olmasa da tanışmamıza vesile olan bir dünya idi. Deneme türünde yazılmış bu eser büyük bir fikir kitabıdır. İlk bölüm otobiyografiyle başlar ve sonrasında kitap 'Bu Ülke' bölümüyle devam eder. İkinci bölüme kadar her şey rahattı fakat asıl kitaba geçtiğimde kitabı okuyamadım. Üçüncü sayfada dedim ki 'yok, bu şekilde olmayacak.' Çünkü üç kelimeden biri bilmediğim bir sözcüktü. Ben de başladım kitabı çevirmeye: 'modern Türkçe(!)'ye. Üç günlük, geceli gündüzlü bir uğraş sonucunda çevirim bitti ve kitabı okuyabildim. Ama değil bu çaba, bunun katbekatına bile değermiş kitabın kendisi. Her sayfasından zeka ve bilgi fışkıran bu kitap bu ülke ile alakalı bütün meseleleri o kadar açık ve güzel bir şekilde ortaya koyuyor ki okurken ben bunu nasıl daha önce bu şekilde düşünemedim diye kendinizi sorguluyorsunuz. Kitabı okurken, kalıplaşmış birçok fikrim değişti diyebilirim. Değişiminin sebebi de Cemil Meriç'in öyle düşünmesi değil; Cemil Meriç'in beni düşünmeye itmesiydi. Haliyle, ben de düşündükçe, sorguladıkça Meriç'in haklı olduğu kanısına vardım. Özellikle Batı Hayranlığı ve Dilimizle alakalı söylemleri ve fikirleri birçok görüşümü şekillendirdi. Bununla birlikte, -Agnostik bir birey olsam bile- dinle alakalı, yahut dinin mukaddesliği ile alakalı söylemlerinin hepsini çok sevdim. Bu ülkeyi dinin ayakta tuttuğunu, bu milletin -aslında- tek ortak noktasının din olduğunu açıklıyordu bir bölümde ve her bakımdan haklıydı. Cemil Meriç'i üslup biçiminden değerlendirirsek şimdiye kadar okuduğum en garip yazardı diyebilirim. Mesela bir cümle buz gibi soğuk ve son derece ciddi olabilirken bir sonraki cümle olabildiğince samimi ve cana yakın olabiliyordu. Bazı cümleleri anlamak için 3 kere okusam da hiçbir şey katmadı, bazıları 2 kelimeden oluşuyordu ama beni bir kitaplık kelime sayısınca düşündürdü. Bazı cümlelerinden resmi bir makale dili sirayet ederken zihninize, bazılarından imgesel ve şiirsel bir yaklaşım görüyordunuz. Edebiyat ve bilim, hayat ve felsefe, kitap ve insan hiç bu kitapta olduğu kadar iç içe olmamıştı. Bir de Cemil Meriç'in en büyük meselelerinden biri Doğu-Batı çıkmazıdır. Hangisinin haklı olduğunu durmadan sorgular, batı hayranlığını kati bir doğu hayranlığı ile yererken bir anda şarka saldırmaya başlar batı hayranlığı ile. Nasıl davranacağını kestirmek zordur kendisinin, çünkü kişilere değil olaylara odaklanır. Avrupa'ya değil, onların ideolojilerine; Asya'ya değil onların kültürüne baş eğer. Bir sayfa Zerdüştperestiği överken bir diğerinde dinleri tümden yerebilir. Çünkü adaletinin terazisi hassastır. Lümpen güruhun içindeki en açık sözlü ve dürüst adamlardan biri olabilir Meriç. Kalemini kullanmaktan hiç mi hiç çekinmez, ortada bir doğru varsa bunu söylemenin zararı kime dokunursa dokunsun -hatta kendisine bile dokunsun fark etmez- söylemekten çekinmez. Kitabı bitiremiyorsunuz, çünkü kitap tek seferde okuyup kenara koyulacak bir kitap değil. Eminim ki hayatım boyunca yanımda taşıyacağım, fikirlerini tekrar tekrar düşüneceğim bir kitaptır kendisi. Tabii ki Türk insanına da kızgındır Cemil Meriç. Ama diğer aydınlar gibi sürekli küçümseyip yergiler yağdırmaz üzerine. Cümlelerini ölç.er biçer, meseleyi nasıl anlatacağını düşünür. Tamamen öğretmeye adamıştır kendisini. ''Aklın ışığı her çağdakinden daha zayıf ve titrek. İnsanlığın yolunu kim aydınlatacak?'' (s.107) diye sorgular durur sürekli. Meriç'e göre; ''Zihin arı, kitap çiçek, dış dünya kovandır.'' (s.115) Ona göre her kitabın değeri, onu okuyan kişilere göre değişkenlidir. Kitp okumayı ve kitabın kattıklarını ve insan üzerindeki etkisini şu güzel metaforla betimler: ''Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır.'' (s.115) Türk intelijansiyasını da yerden yere vurur sürekli. Çünkü ona göre, bir aydın gerçekten aydın olmak istiyorsa okuduklarını, düşündüklerini, tefekürünün tüm meziyetini 'fildişi kuleden' inip insanlar arasında göstermelidir. İnsanları değiştirmeyen, onlara yol göstermeyen, onları geliştirmeyen her aydının karşısındadır Meriç. Kitap okumayı da bir hastalık olarak edinmekten ziyade bir aracı olarak görmemizi ister. Çünkü ona göre kayıtsız bir hastalıkla okunan hiçbir kitaptan fayda göremeyiz. Kitapların zihnimizin yerini almasını değil, zihnimizi uyandırmasını ister Cemil Meriç. Ama şunun da farkındadır ki instelijansiyanın kaderi mutlak bir şekilde aynıdır: ''Her büyük adam, kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.'' (s.37) Zira o büyük adam, yarınki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğudur, kendi cemiyetinin değil. ''Dilini unutan bir nesil, yabancı dili nasıl sevsin?'' (s.43) Türkçe, Meriç için bir 'Penalope örgüsüdür'. Sürekli değişir, sürekli tekrardan dokunur ve bu devinim hiç bitmez. Bu yüzden hiçbir Türk yazar, 'öldükten sonra da olsa bir gün anlaşılacağım' avuntusuna sığınamaz. Çünkü hiçbir Türk nesli, kendisinden bir önceki neslin diline hakim değildir. Düşünürken bunun sebebini sorguladım ve bu sorgulama bana şunu fark ettirdi: ''Biz, millet olarak, kuşak çatışmasından fazlasıyla mustarip bir ülkeyiz.'' Her nesil, bir önceki neslin her değerini küçümsüyor ve görmezden geliyor; dil de bunlardan en önemlisi. Hal böyleyken birbirimizi tamamlayamıyoruz ve 'gerçek anlamda' gelişemiyoruz. İşte 'az gelişmişliğimizin' sebebi de budur bence. Peki, dil neden bu kadar önemlidir? Meriç'e göre: ''Kelam bütünüyle haysiyettir.'' (s.85), Oğuz Atay'a göre: ''Üslup, kimliğimizdir.'', Sadi Şirazi'ye göre: ''Yanlış üslup doğru sözün celladıdır.'' Ve dil, bana göre, kesinlikle kelimelerden ibaret değildir. Üslup, hal ve hareketler, çağrışımlar, incelikler bakımından bir bütündür. Ve tıpkı vatan gibi, bu bütün de parçalanamaz. Dolayısıyla eski Türkçe, yeni Türkçe gibi bir ayrım söz konusu olmamalıdır. Çok duyuyorum 'eski kelimeler, eski kelimeler' tekerlemesini. Eski/yeni kelime diye bir şey yok, hepsi Türkçe ve hepsi bizim. Fazladan bir kelime, belki fazladan bir cümle olabilir; fazladan bir cümleyse belki fazladan bir fikir olabilir. Ve hatta belki de bir fikir, koca bir dünyayı değiştirebilir. Tabii ki kimse kimseden dünyayı değiştirmeyi bekleyemez, bundan absürt bir beklenti yoktur zaten. Ama neden kendimizi değiştirmeyelim, neden papağan lakırtılarını bir kenara bırakıp kendi istediğimiz yoldan ilerlemeyelim? Cemil Meriç'in bir diğer düşmanı da ideolojilerdir, Avrupa'dan ithal edilmiş ideolojiler... ''İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları kökenlerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.''(s.92) Meriç'e göre -haliyle bana da göre- bu ülkenin en zararlı insanları bir ideoloji, bir kavram tarafından güdülen insanlardır. "İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni, eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmalarıdır." sözleriyle de kavram/insan arasındaki savaşın sebeplerinin yapı taşını açıkça ortaya koymaktadır. Hakkında söylenecek, ardından düşünülecek daha bir sürü konu olmasına rağmen incelemeyi burada bitirmek istiyorum. Kitap tavsiyesi falan da yapmayacağım. Çünkü bu kitap -bence- herkesin seveceği, okuyacağı bir kitap değil. Eğer daha da alevlenecekseniz alın okuyun, yok sönecekseniz bırakın dursun. Şimdi olmasa başka bir zamanda elbet okursunuz zaten. Çünkü ''Kitap, istikbale yollanan mektup... Mumyalanan tefekkür.'' (s.102)
Cemil Meriç
Cemil Meriç
Bu Ülke
Bu Ülke
Jurnal - Cilt 1 - 1955-1965
Jurnal - Cilt 1 - 1955-1965
Mağaradakiler
Mağaradakiler
Bir Dünyanın Eşiğinde
Bir Dünyanın Eşiğinde
Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb
Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb
Bu Ülke
Bu ÜlkeCemil Meriç · İletişim Yayınları · 201821bin okunma
··
738 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.