Gönderi

Sanki hep böyle kalacaktı - "yaşamasız." Ne güzel sözcüktü bu; nerede duyduğunu düşündü. Duymamış, okumuş olmalıydı, birilerinin cümle içinde kullanacağı bir sözcük değildi. Bu sözcüğü sevmişti, ama içi acıyordu kendi kendine yinelediğinde. Bir yandan tuhaf, gülünç geliyordu bir sözcüğün -kimselerin kullanmadığı bir sözcüğün üstelik- içini acıtması; yüzüne, yüzündeki kaslara, dudaklarına yansımayan çok hafif, gizli bir gülümseme bir an parıldıyor, ama içindeki sızıyı dindiremeden sönüyordu. Yine de büsbütün işe yaramaz bir gülümseme değildi, kendine acımaya başlayacakken buna engel olmuştu en azından. Sözcüklerin bilmediğimiz anlamları, işlevleri var galiba, diye düşündü. İnsan sözcüklerin anlamlarını, yeterli ya da yetersiz kaldıkları yerleri düşünürken yaşadıklarıyla arasına bir mesafe koyuyor. Eskiden bu mesafe sahtelik gibi görünür, sözcüklere döküldüğü anda duyguların olduklarından farklı bir hal aldığını düşünürdü. Özellikle eskiden tuttuğu günlükleri okurken hissederdi bunu; bir de, fakültenin kantininde güzel konuşmaya, yerinde, doğru sözcükler bulmaya meraklı çocukları dinlerken. Kabahat sözcüklerde değildi, sözcükleri kullananlarda ya da kullanamayanlardaydı. Yazmayı bu yüzden istiyordu, yazarken sözcükler karşılıklarını daha bir bulacaktı, inanıyordu. Az önce içini acıtan "yaşamasız" sözcüğü de, aklının bir türlü almadığı hayatların bir benzerini yaşamadığının ifadesi olamaz mıydı?
Sayfa 98 - VIIKitabı okudu
14 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.