Gönderi

Evlenince bazı kadınların birdenbire darmadağın olmaları ne kadar dehşet verici. Sanki her şeylerini evliliğe bağlamışlar gibi, nikâhı yapar yapmaz tohumlarını döken bir çiçek misali soluyorlar. Fakat moralimi en çok bozan şey hayata karşı takınılan tutum açısından bunun doğurduğu sonuç. Evlilik açıkça bir kafesten ibaret olsa -kadın sizi oraya kıstırsa ve ardından dönüp, “Evet, şimdi seni yakaladım ve ben günümü gün ederken sen benim için çalışacaksın!” dese- bunu o kadar dert etmeyeceğim. Hatta hiç dert etmeyeceğim. Ama günlerini gün etmek istemiyorlar, sadece bir an önce orta yaşa çöküp kalmak istiyorlar. Erkeğini nikâh masasına çekmenin ürkütücü savaşını verdikten sonra kadın cinsi rahatlıyor ve bütün gençliği, güzelliği, enerjisi ve yaşam sevinci bir gecede buhar olup uçuyor. Hilda’da öyle oldu. Karşımda şirin, narin bir kız vardı, benim türümden daha latif -onu tanıdığımda sahiden de latifti- bir yaratık; ve sadece üç yıl içinde keyifsiz, ruhsuz, orta yaşlı kart kadının tekine dönüştü. Bunda benim de payım olduğunu inkâr etmiyorum. Ama hangi adamla evlenirse evlensin, olacağı buydu. Hilda’nın eksiği -bunu evlendikten bir hafta sonra fark etmiştim- içinde yaşam sevinci namına hiçbir şeyin olmaması, herhangi bir şeye ilgi duyamamasıdır.
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.