Taşları eriten yürekler var...Taşlar...
İlham veren, sakinleştiren, yaralara iyi gelen, psişik ve fiziksel etkileri olduğuna inanılan taşlar...
Mitolojide, tılsım olarak kullanılan, koruduğuna, kötücül güçleri ve korkuyu uzaklaştırdığına inanılan büyülü taşlar... Kuvars, obsidyen, ametist, akik, zebercet...
İnciler, yakutlar, zümrütler... Yeşim, Firuze taşları... Lapiz, turkuaz...
Sahilden toplanıp, (Yahut sokaktan) üzerine minik parmaklarla desenler çizilen taşlar...
Miheng taşları...
Çakmak taşları, kehribarlar...
Sitem taşları...
İçimize oturan taşlar... :)
Ne çoklar...
Ama bazen birimizin hayatında ki yeri çok daha fazladır, onunla hayatı tartmaya çalışır, zamanı onunla ölçmeye, göğsüne saplanan acıyı onunla dindirmeye... Endişeli ve duyarsız babaların açtığı oyukları, o dipsiz kuyuları istiflemeye... Yaşamı görmeyen taş gibi gözleri yerinden etmeye...
Neler mi var bu eserde?
Saf sevginin ürettiği bir kavrama gücü var, belki de sevgi, birbirini idrak edebilecek ruhların, kendini anımsamasıdır...
Vaktinden çok önce verilmiş kararlar var, beklemesini bilen insanlar...
Ümitlerini her gün yeniden yoğurup daha dar kalıplara döken anneler var...
Sabrı taşlara öğreten hüzünlü eşler var...
Dededen yadigâr afacanlığı ışıl ışıl gözlerinde parlayan torunlar var...
İnce bir mizah, solmayan bir tutku var.
{Kahraman Jung'la konuşurken, kendisinin de ruhsal bir darlık yaşadığında, taş oyma işiyle rahatladığını ve zihninin eski formuna kavuştuğunu anımsadım... :) }
Hepimizin rüyalarından bir kesit... Ve o rüyalardan içimize sektirilen taşlar...
Kendilik bilgisi, bilincin çok ötesini görebilmekle mümkün, karanlık yanlarımızı da yok saymadan, gerçekliğimizle yüzleşerek, bizde olanı yadsımadan, küçümsemeden, güzel olanın yanına çirkini de koyarak... Ben buna yenilme cesareti diyorum, insan başarmaktan daha çok başaramamaya cesaret etmeli...
Sıradanmış gibi görünen bir mite özel bir bakış kazandırmış Resul Bulama... Su üstünde yürümenin çok farklı yönleri var, fakat su üstünde yürürken bir dalganın tedirginliğini taşımak, çok düşündürdü beni... İnsan büyük tehlikeye bir sınırdan sonra maruz kalıyor, korunduğunu düşünmek en büyük tehlike, bundan böyle batmayacağını düşünmek, çoktan denizin dibini boylamış olmak demek aslında.
Tasvirler çok iyiydi... Kıymetli olanlardan
vazgeçemediğimiz için, o ışıl ışıl parlayan
şeylerden vazgeçip denize fırlatamadığımız için hep başka yerde, başkasındayız...
'İyi öykü' okuru sıkmadan hedefe giden en doğru cümleyi kurabilmekse ve az cümle ile çok şey söyleyebilmekse, düşündürebilmekse, iç dünyasında hesapta olmayan bir yolculuğa çıkarabilmekse, başarılı bir eser okudum.
En az suda taş sektirmek kadar maharet isteyen, basit gibi görünen ama zor yazılan cümleler.
İçimize gömülü taşlarda hangi usta ellerin parmak izleri var diye sordum kendime, ya da biz helezonların peşindeyken, bir dalga ansızın yuttu mu o taşı?
Öykücülük enteresan bir alan, insan yıllarca edindiği şeyi bir ana o kadar ustalıkla tutturuyor ki, işlevselliği hasar görmüyor aksine, ölümsüz bir yerinden yakalıyor zihni, unutulmaz bir film sahnesi gibi...
Resul Bulama'yı, 1000k'nın en eski okurları çok iyi tanır, hepimizin bir şeyler öğrendiği kıymetli abisidir... Fakât bu sözlerimin okur dayanışmasından çok ayrı bir yeri olduğunu bilmenizi isterim. Sıradan bir anı, zifiri bir karanlığı, derin bir sessizliği ölümsüzleştirmek için ille de Beckett mı olmak gerekir? Uzun bir bekleyişi bir tutkuya çevirmek için Blanchot? An'ın derinliğini yakalamak için soyadımızın Huxley olması şart mı? :)
Sırf bunları yazabilen bir kalemin varlığını keşfedebilmek için okuyun... Varlığından haberdar olmadığınız pek çok taşla tanışmak için... :)
Bir de taş plaklar var ki, bu bahsi hiç açmayalım :)
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.