Genç teğmen Giovanni Drogo, ilk görev yeri olarak Tatar Çölü’ndeki Bastiani Kalesi’ne tayin ediliyor. Çok durmayacak , birazdan gidecek. Birazdan 4 ay, o 4 yıl ve o da ne ara bir ömür sürdü anlamayacak. Ufukta beliren karartılardan ordular yaratacak gözleri, tarihin sahnesinden bir kez olsun çarpışmadan, kahraman olmadan çekilmemek için bekleyecek. Çöle bakıp uzun uzun şu dünyadaki kum zerresi kadar varlığımızı düşünecek, işin içinden çıkamayacak. Beckett, Camus ve Kafka da çıkamamıştı, bilmeden göçüp gidecek.
Gençliğin bozdurup bozdurup harcanacak bir şey olduğunu düşünüyor Drogo. Asıl önemli olan o an henüz gelmemiş, yaşam henüz tam anlamıyla başlamamış, her şey için çok zaman varmış hissini koltuğunun altında sıkıca tutuyor. Hepimizin koltuk altında aynı şişlik.
Bir şey olmak, bir şey olabilmek için çırpınıp dururken hayatın yanımızdan yavaşça süzülüp girmesine dair bu kitap..Ummaya dair..Alışmaya dair, alışıp vazgeçememeye dair..Kader cadısı ağlarını örerken bizim nasıl iğne iplik uzattığımıza dair biraz da. Kaderin ağlarından bahsettiğime görebir klişe daha: “Hepimiz birer Drogo’yuz” :)
Ağır akan, ama insanı önüne katan bir kitap bu. Övüldüğü kadar varmış vesselam.
Yaratıcı yazarlık kursları veren Mehmet Eroğlu bu kitap için şöyle demiş:
"İnsanlar ikiye ayrılır: Tatar Çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar."
Böyle büyük sözler biraz komiğime gidiyor yalan yok, ama ben artık okuyanlar tarafında olduğum için mutluyum.