Ve bildiğimi, olmadı anlayabildiğimi sanırım ki, bazen teslimiyet öyle bir vurgunla gelir ki; bildiğin ne varsa yetmezmiş gibi gelir hissettiğine. Sebeplidir, çok da gerçektir ve içindedir işte, öylesine güçlü, öylesine sahici ve öylesine can yakıcıdır. Dibe çekmek ve derinlik sarhoşluğunda bütünüyle kaybetmek ister insanı. Babacığı olmasa da, belki anacığı uzatır elini. Dostları bir de. Ama asıl bir el vardır uzanan. Yine de o el asıl tutar işte, kimse olmasa da, kendi elin; tutar ve çeker.
Amacım acıları yarıştırmak değil elbette. Çok hassas, daha beş yaşında bu hassaslığından dolayı ülser olan birini anlattılar. Aklım almadı. Öyle işte, dedi anlatan, aklının almadığı daha neler var bu hayatta. Eğer bununla baş edemezse bu yavru, yirmisini göremeden mide kanseri bile olabilir. Nasıl baş edebilir ki daha yumruk kadar bebe?
Zor bir durum. Bu doğru. Ama bir de düşünün ki, bu kadar güzel yazı ancak yürekten gelir. Böyle bir yürekse ancak ulvi bir cesaretin sahibidir. O cesaret dolu yürek, sıkıştığında o insan, ona yardım eder. Tutar ve çeker. Yeni yazıları kaleme aldırır. Hayatı kazanmıştır zaten.
Ve biz de güzel yazılarınızı bekliyoruz.
O gönderinizi okumadım. Okusaydım eğer, galiba dikkate de almazdım. Birincisi, gençlerin bazı paylaşımlarını anlamadığımı düşünüyorum. Bir tatsız şaka olduğunu düşünürdüm. Böyle sınama mı olur, diye bir de.
İkincisi, Moskova’dan dönüyorduk bir gece geç vakitte, kışın. Yolda birini gördüm, durmak istedim. Ortağım, sakın, dedi, durma. Biri almış arabasına bir otostopçuyu, adamın kafasını kırmış, soymuş, arabadan atmış. Birkaç gün sonra bulmuşlar terk edilmiş arabayı. Sonra da, pislik bu insanoğlu, dedi, üç beş kötü, insanların birbirine yardımlarının önünü de kesiyor. Yabancılaşmanın bir sebebi de bunlar işte, dedi.