Semih, eline sağlık yazdıkların için dostum.
Beyaz Geceler kadar özel bir dönemi, sevilen bir kadına atfetmek ne kadar ince bir davranıştır değil mi? Aslında şimdiye kadar okuduklarım arasında Dostoyevski'nin binalarla ve kentiyle konuştuğu tek kitabı buydu. Karakterin sevgisi o kadar özeldi ki başka kitaplarında böyle kişileştirici bir sevgi görmemiştim.
Dostoyevski'nin ilk kitaplarında genelde kadınlar kötü ve karanlık tarafta yer alırken sürgünden sonra bir değişime uğrayıp aralarında bölünüyorlar sanki ve iyi olanlar da çıkabiliyor arasından. Slav toprakları ise bazen hiç beklenmedik şeylerin olabileceğini söyler bize. Orada yaşadığım zamanlar içerisinde tek başına yürüyen hiçbir kadına böyle kötü bir gözle bakıldığını görmemiştim dostum. Aslında zamanın Rusyasının sahip olduğu özgür düşünceye karşı çıkan üslubuna cevaben belki de şu anki Slav dünyası ve Avrupa ülkeleri genellikle özgür düşünce ile yönetildiği için ben ne tek yürüyen bir kadına yan gözle bakıldığını ne pis pis laflar atıldığını ne de görgüsüzce bir şekilde kadınların rahatsız edildiğine şahit olmuştum.
Dostoyevski'yi özlemek ise çok güzel bir duygu, bunu ben de tadıyorum senin dediğin gibi. Araya kısa bir süre koyuyorum ve sonra tekrar okuyorum hatırlamanın verdiği zevki tadarak.
Yazdıkların için verdiğin zamandan ve harcadığın emekten dolayı teşekkür ederim.