Normalde SPOILER içerikli inceleme pek yapmam, ama hem kitabın bilinirliğine güvenerek hem de böyle bir kitabı SPOILER vermeden inceleyemeyeceğime kanaat getirerek aklımdan ne geçiyorsa aktarmayı seçiyorum. SPOILER!!! demiş miydim? Demiştim sanırım, sonra kimse bana kızmasın...
Prendick, amma ballı adammışsın bir kere bunu dile getirelim. Sen kalk, kurtuldu sanılan dört kişiden biri ol, bu dört kişiden biri tahlisiye sandalına hiç çıkamasın, diğer ikisi kavgaya tutuşup sandaldan düşsün, sen yine kurtul ve sandalda tek kal, ölmeye ramak kala Montgomery yardım elini uzatsın, o da yetmezmiş gibi tam ölmeyi düşünürken teknenin biri kıyıya vursun, ayağına kadar gelsin. Yok artık dedim yani :)
Bir başka konuya gelecek olursak, viviseksiyon ve diğer işlemlerin anlatımı sanki havada kalmış gibiydi. Tamam, detaylı bir anlatım ve derinlemesine bilimsel bilgi beklemiyoruz ama sürekli bu işlemler, kapalı kapılar ardında, oldu bittiyle hallolmuş şeyler gibi aksettirilmiş. Fakat genel hatlarıyla bu durum çok da sırıtmadı hikaye içerisinde. Şahsi kanaatim bu yönde. Anlatılan işlemlerin benzerlerinin günümüzde, hayvanlar arasında, bitkiler arasında ve bunların birbirleri arasında da uygulanıyor olduklarını bilince, yazarın kurduğu dünyayı tam bir ileri görüşlülük örneği olarak kabul edebiliriz.
Moreau'nun çalışmaları, kendi bakış açısına göre kendini bilime adamak olsa dahi bir kere etik kavramına sığacak şeyler değil. İnsanlığa faydası dokunacak bir iş yapmış olsa, çalışmalarını kabullenelim diyeceğim, o da yok. Hastalıklı zekasını, hayvanlar üzerinde kullanan ve onlardan, kendi kurallarına tapınan bir insansı ırk meydana getirmeye çalışan, tanrı olmaya çalışan bir dangalak yani. Bu arada, bu yaratıkların hayvanlaştırılmış insanlar mı yoksa insanlaştırılmış hayvanlar mı oldukları konusu, bir süre kafamı kurcaladı fakat ilerleyen sayfalarda bu durum açığa kavuştu. Tanrı olma çabasına değinecek olursak, bunu da, psikoloji bilgim olmasa dahi, içinde bulunduğu toplumda kabul görmeyen, dışlanan, fakat olması gereken yerin zirve olduğunu düşünen hastalıklı zihinlerin, kendilerine tapınacak birilerini bulma çabalarının acınası bir tezahürü olarak yorumlayabilirim. Bu hastalıklı zihinler, gerektiğinde kendilerine müritler toplarlar, toplayamadıkları yerde de böyle, müritlerini, kullarını kendileri yaratırlar. Moreau da kendince dinimsi bir yapı kurmuş. Kendini yaratıcı olarak kabul ettirmiş ve insansı yaratıklarının içinde, kendi kurallarını dikte edecek hatipler belirlemiş.
Kitapta Nietzsche'nin etkilerini hisseden bir ben miyim bilemiyorum. İnsansı yaratıkların gülememesi, Nietzsche'nin, "İnsanoğlu hayatta o kadar acı çeker ki, canlılar arasında yalnız o, gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır." sözünü destekler gibiydi. Acı kavramının gereksiz olduğu kısmı ise, acıyı ötelediğimizde üstün bir insan olacağımızı savunur nitelikteydi. Lakin ben, acının insanı insan yaptığı kanaatindeyim. Acıdan arınmak kavramı oldukça ütopik bence. Ve o meşhur, "Tanrı öldü" kısmı... Nietzsche'nin bu kavramına, sadece başlık seviyesinde aşinayım ama burada da tanrı ölüyor ve bu durum, kulları, bağlı oldukları kurallardan sıyrılmaya, kuralları da tanrıyla beraber öldürmeye götürüyor. Konudan konuya atlamış gibi olacağım ama şuna da değinmeden geçemeyeceğim. Moreau, Montgomery ve Prendick'in, insansı yaratıkları bir araya toplamak için çıktıkları yolculuk esnasında bir detay gözünüze çarptı mı? Çarpmıştır kesin. Moreau bir boruyu üfler ve sesi duyan insansı yaratıklar bir meydana toplanırlar. Sur ikinci kez üflendiğinde, mahşer yerinde toplanacağımız anın nasıl da güzel bir temsiliydi o. Etkileyici bir detaydı bence.
Gelelim kurallara... Kurallar içinde, et yememe kısmına değinmek istiyorum özellikle. Burada biraz vejetaryenlik övgüsü hissiyatına kapıldım. Tamam, belki yaradılışları gereği bu yaratıklar, et yediklerinde özlerinde bulunan hayvansı yan uyanacak ve içgüdüleri ön plana çıkacaktı. Peki o zaman, et yiyen insanı da hayvan kategorisine koymalı mıyız? Et yemeyen insan, üst insan mıdır? Kürdanımla dişimi karıştırırken dahi bu savı reddederim Wells, kusura bakma :)
Yeniden "Tanrı öldü" kısmına dönecek olursak, burada biraz, dinlere övgü ya da dinlerin olumlu yanlarının bir örneğini gördük sanki. İnsansı yaratıklar, kendilerine buyrulan kurallar çerçevesinde yaşarlarken, içlerinden birkaç sapkının yaptıkları haricinde gayet de huzur ve sükunet içinde yaşıyorlardı. Fakat tanrılarının ölümü ve gözlerinin önünde acziyetinin sergilenmesi, onların gözünde, tanrının koyduğu kuralları da hiçe sayma yetkisini doğurdu. Bu da kaosu beraberinde getirdi. Prendick bu aşamada, kamçıyı ve revolveri doğru şekilde kullanıp, bu yetkiyi devralabilir miydi? Belki... Hatta ben olsam, bu yetkiyi ele alacak olduktan sonra, kaçış için gerekli ekipmanı dahi bu yaratıklara yaptırırdım (şeytani planlarımı çok da açık etmeyeyim). Bir Nuh Tufanı örneği sok kullarının aklına, sonra büyükçe bir sandal yaptır onlara, ve daha sonra... Bir sabah ansızın kaçar gidersin adadan. (bu kadar şeytani plan yeter!)
Ooo epey şeyden bahsetmişiz. Son olarak şunu söyleyelim, kitabı okumanızı öneririm. Bende bu tip fikirler uyandırdı, zaten genel olarak da zihin açıcı bir kitaptı. Sizde nasıl izlenimler meydana gelir, okumadan bilemezsiniz.