Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kadıköy - Haziran Ayı Hikaye Yazma Etkinliği
Kendinizden bir şeyler bulacağınızı düşündüğüm ilk hikayem ile sizlerleyim.. "Kadıköy" ...Modaya doğru yürümeye başladım… Kafamı gökyüzüne doğru kaldırdığımda, kapkara bulutlarla göz göze geldim, yağmur damlaları yavaş yavaş suratıma doğru damlıyorken bir anda nefesimi tuttum ve gözlerimi kapattım, o anda ne düşündüm tam olarak hatırlamıyorum, derin bir nefes aldığımı hatırlıyorum, tam ne düşündüğümü bilmediğim o şeye dalacakken bir ses ve bağrışma duydum. Gözümü açtığımda, 34 plaka sarı bir taksi önümde durmuş, şoför dışarı çıkmış bana bağırıyor, aynı anda el kol hareketleri ile bana bir şey anlatmaya çalışıyordu. Kafamı sola çevirdim insanlar yürümeye devam ediyordu, kafamı tekrar sağ tarafıma doğru çevirdiğimde şoför arabaya binmişti, kulaklığımı biraz kaldıracakken vazgeçtim ve geri kulağıma taktım, sesi en yüksek seviyeye ayarladım ve elim istemsizce havaya kalktı, ağır çekim bir hareketle taksiciye kusura bakma dercesine ufak bir mesaj gönderdim. Birkaç kişi bana bakıyordu ve onlara ne var bakışı attım, hayal edin işte, o saçma sapan surat ifadeniz ve bir bulldog gibi sallanan yanaklar, salyamız eksik olsun. Sonra Sol adım, sonra sağ adım, tekrar sol ve tekrar sağ yürümeye başladım. Evet, Modaya doğru yürüyordum ve hiçbir şey düşünmüyordum. Sadece yürüyordum. Hayatımda her şeyin anlamsızlaştığı, sonra karanlıklaştığı bir anda karşıma çıktı. “Merhaba” dedi. “Merhaba” diye karşılık verdim. “İyi misin” dedi, “Standart” dedim, neden sordun? “Biraz önce yayalara kırmızı ışık yanıyordu ve yolda öylece durdun” dedi ve devam etti, “sanki bir şey kaybetmiştin, onu arıyor gibiydin, ama ne aradığın anlaşılmıyordu, yağmurun hüznü yüzüne vurmuş gibi bakıyordun etrafa, taksici sana bağırırken bile en ufak bir tepki vermedin” dedi. “Bilmiyorum” dedim. “Herhangi bir şey hatırlamıyorum, ne düşündüğümü bile bilmiyorum” dedim. “Kaybolmuş bir ruh gibi dolaşıyordun” dedi. “Tanışıyor muyuz?” “Hayır, hayır, ben, ben seni öyle gör…” “Anladım” dedim soğuk bir tavırla. “Bir şeyim yok merak etme” dedim. “Özür dilerim, rahatsız ettim” dedi. Özür dilemek için hiçbir sebebi yoktu. Hem ne diye özür diledi ki? Özür bu kadar basit dilenmeli miydi? Ben bunu hiç yapmazdım. Belki de işkence etseler ağzımdan zorla alırlardı. Özürmüş.. Özürde neymiş… Aman neyse, ne.. “Özür dilemene gerek yok” dedim. “Atom bombasını sen icat etmedin, milyonlarca insanı da sen öldürmedin” dedim. Zaten bu kadar ölümden o sorumlu olsa özür dilese ne olacaktı, özür diledikleri yeniden hayata mı dönecekti? Bayan Akura kızı Sunuka’yı tekrar kucağına mı alacaktı da, Bay Maki mesai bitiminde eve mi dönecekti sanki? Ben ne saçmalıyorum? Akura kim? Tanrım, ne oluyor bana.. “Özür dilemene gerek yok” dedim. Merhaba ben “Mustafa” dedim. Senin adın ne? “Eylül” dedi. “Bir şey sorabilir miyim” dedi ama cevabımı beklemeden “Zamanın varsa, kahve ısmarlayabilir miyim” gibi bir şey çıktı ağzından. Evet, kahveyi çok severim ama ne oluyordu. Neden kahve ısmarlıyordu. Daha birkaç dakika önce bana soru sormaya başlamıştı. Hayatımda onu ilk defa görüyordum. Bir saniye, yoksa ölmüş müydüm, yoksa taksi bana çarpmış ve komada mıydım? Saçmalama, ölmüş insana kim kahve ısmarlardı… Nezaketen mi yoksa, başka bir sebepten mi bilmiyorum ”neden olmasın, olur tabi, teşekkür ederim” dedim. Birkaç adım attık “nereye gitmek istersin” dedi. “Teklif senden geldiğine göre, yeri de sen seçersin diye düşünmüştüm” dedim. “Evet haklısın. Benim sürekli gittiğim bir kafe var, oraya gidelim” dedi. “Sen nasıl istersen dedim, organlarımı satmayacaksınız umarım” gibi saçma bir espri yapacakken kendimi durdurdum ve “o tarafta hangi kafe var” dedim. “İkinci Yeni” dedi. Evet biliyordum, birkaç kez gitmiştim. Kahvesini çok sevmemiştim, sıcak içilmesi gereken bir şeyi neden soğuk getirirlerdi ki? Alt tarafı bir suyu belirli derece de ısıtacak ve önüme getirecekti. Hayır efendim olur mu? V60 yöntemi ile demliyordu kahveyi, hangi kahve çeşidinden istediğimi sormuştu barista, içimden annende zaten Kolombiya çekirdeklerinden az kavrulmuş içerdi, sende kalkmış bana hangisini içeceğimi soruyorsun diye sorgulamıştım. Bunu neden sorguladım kendi kendime bilmiyorum burası bir kafe, sormak onun işiydi. Sormayıp, kahin yetenekleri ile ne istediğimi anlayıp kahve mi getirecekti? Tabi ki soracaktı. Zaten konumuz kahve çekirdeği bile değildi.! Sıcak suydu, Sıcak su! Bir suyu bile ısıtamıyorlardı. Bir saniye, konumuz su bile değildi, Konumuz artık “Eylül’dü.” Yürüyorduk, ve tabi ki kulaklığım kulağımda değildi, müzik listemi durdurmuş, onunla beraber yürüyordum. Müzik dinleyemediğim için kendimi suçlu hissettim, ben modaya doğru yürümüyor muydum? Bir anda içeri kat etmiş, Rexx’in o tarafa doğru gelmiştik. Klasik ergen buluşma noktası. Nerede buluşalım REXX’in orada… REXX’miş! Neyse… REXX’in karşısında harika bir kokoreççi var. Kömürün o kızgın alevinde, ince ince sote edilmiş kokoreç ve türlü sebzeler, üzerine de bol baharat, çok pişmiş olsun adem usta dediğimde tamam mustafacım merak etme der, ekmeği o sıcak közde kızartır, içerisine malzemeleri bolca koyar ve servis ederdi. Ah o ilk ısırık, anlatamam onu. O sıcak ekmek, ilk dişle buluştuğunda çıkardığı ses, ilk ısırıktan ağıza düşen parçalar ve çiğnerken aldığın o haz, ezilmiş parçaları mideye gönderdiğin büyük bir emek ürünü kokoreç! Ah, kokoreç ah.. Canım çekti şuan.. Ama biz kahve içmeye gidiyorduk değil mi? Neyse dedim içimden, akşama yanındayım adem usta. Yürümeye devam ediyorduk, sessizlikten kendimle konuşmaya başlamıştım. Şimdi aşağıya doğru inmeye başladık, Solda Bira Fabrikası adlı pub, Onun karşısında Fil Bar, onun aşağısındaysa çok sevdiğim dükkan Gargamel var.. Nadir bulabileceğiniz şeyler vardır Gargamel’de. Kaykaylar, marka ayakkabıların özel kreasyonları, giyim kuşam, ot bok ne ararsan vardır işte. Ucuz değildir ama olması gerektiği gibidir. Herkeste olandan değil de, herkeste olmayandan yana iseniz biraz paraya kıyardınız değil mi? Evet kıyardık elbette. Yürümeye devam ettik, göz ucuyla bana baktı. Tabi ki bende ona baktım, ben ona bakmasam, onun bana baktığını nasıl şuan anlatıyor olabilirdim? Biraz düşünün lütfen. Göz göze geldik ve ben gözümü kaçırdım, yürümeye devam ettik. Ne oluyordu hala anlamış değildim. Ben dünyaya sırtımı çevirmiştim. Bağım – beklentim yok, isteğim – öngörüm yok. Bir şey istemiyor haliyle bir şey de vermiyordum. Sadece amaç yüklemeden, yüklü olan amaçları kullanıyor, her hangi bir düşünce ve duygu beslemeden yaşıyordum. Ben biraz önce Moda’ya yürüyordum, kulağımda kulaklık ve son ses müzik çalıyordu, yağmur damlaları yüzüme düşüyor ve ben yürüyordum, şuan ben bunların sadece yürüme kısmına hayat veriyordum, yanımda Eylül adında, esmerle sarışın arasında, 165 ile 168 boylarında, kıvırcıkla düz karmaşasında, renkli renksiz mavi yeşil ela arasında gözleri, makyajdan eser olmayan o doğallığı ile duran bir kız vardı. Düşünsenize yüzünde bir ton makyaj yerine kendi yüzü var. Bu ne şans, bu ne mukaddes bir lütuf derken kendime geldim, ne saçmalıyorsun sen dedim. “Heh geldik” dedi. “Evet geldik” dedim, aklımda Sıcak Su var tabi. “Nereye geçelim” dedi, sen bilirsin demedim, o kadarda pasif bir karakter çizemezdim, hemen yeri belirledim ve oraya geçtik. Yine de onaylatma ihtiyacı duydum, “iyi mi burası” dedim. Evet, evet güzel yer seçtin dedi. Seçtiğim güzel yer sokağı gören, diğer yerlerden daha nezih ve yağmurun sesini duyabileceğimiz, aynı anda görebileceğimiz ve o ilk yola düşen yağmurla toz birleşimi kokuyu alabileceğimiz bir yerdi. Kısacası ben seçiyorsam o yer zaten güzeldi. Siparişlerimizi verdik ve konuşmaya başladık. Bir anda pat diye sordum, çünkü ben öyle yaparım. Hayallerle yaşayamayacak kadar kurşun sıkılmıştı hayatıma. “Neden” şuan buradayız, neden ben seninle sen de benimlesin dedim? Yüzünde samimi bir tebessüm oluştu, yanaklarında o yonca mı goncamı dedikleri şey oluştu, gözlerinin içi gülerken, makyaj olmayan suratı iyice gün yüzüne çıkmıştı, kıvırmı düz mü tam belli olmayan saçları şampuan reklamlarında olduğu gibi kendi kendine bir şekilde dalgalı bir denizde sörf yapıyor gibiydi. Ve cevap verdi “Ölmek için bir sebebin mi var” dedi. Yaşamak için bir sebebim mi olmalı dedim? Olmamalı mı dedi? Pekii dedim.. peki.. Peki… “Doğuyoruz ve yaşamaya başlıyoruz. Önce bebek, sonra çocuk, sonra burnunu karıştıran sivilceli bir ergen oluyoruz. Sonra yavaş yavaş büyümeye başlıyoruz. Okula gittikçe sınıf atlıyor, üniversite baskısı ile bir şeyler yapıyoruz, oradan buradan en saçma sapan yerleri tutturuyor, hiç umursamadığımız bölümleri bitiriyoruz, bu dönemlerde hiçbir şeyin planını yapmıyoruz, çünkü diplomayı alınca iş hazır diyoruz. Hayatımız bu anlamsızlıkların etrafında dönerken, mezun oluyor, bitirdiğimiz bölüm ile ilgisi olmayan işler buluyoruz ama en azından buluyoruz. Hayatın şimdi gerçekleri ile yüzleşmeye başlıyoruz. Geçim derdi ile değil o başka konu. Ruhun iyi olmadıktan sonra tabak çanakla geçinecek halin yok, geçinmesen de olur. Hayatımıza insanlar giriyor ve çıkıyor, girdikleri ile çıktıkları arasında uçurumlar oluyor, bu uçurumların kenarında dans ediyoruz ve gittiklerinde uçurumdan atlıyoruz. Hayır isteyerek değil istemeyerek. O uçurumdan bedenlerimizi değil ne yazık ki, içimizdeki tüm iyi duyguları atıyoruz, atlasak bedenimizin parçalanacağı yerde, ruhumuzun parçalanışını izliyoruz. Ve hiçbir şey olmamış gibi hayata devam mı etmemiz isteniyor. Evet isteniyor ve bu hayatın benden istediğini bu hayata veriyorum” diyorum.. ve susuyorum. Biraz dinlenmeye ihtiyacım var sanırım diyerek nefes alıyorum ve bir yudum su alıyorum şişeden. “Evet “ diyor Eylül, “veriyorsun, Taksi durmasaydı sana çarpacaktı farkında mısın” diyor? Değilim, güzel yanı da o dememle birlikte başını iki yana sallıyor. Şimdi durun bir saniye burada ne oluyor. Biz neden bunları konuşuyoruz, hatta biz neden buradayız, ben neden Moda’ya tek başıma yürümüyor ve bu kafede kahve içiyorum, tamam kahveyi seviyorum ama sıcak su ile! Su yine sıcak değil! Bir anda konumuza dönüyorum ve “varlık ile yokluk arasında bir fark yok, bedensel olarak olsa da ruhen yok, sadece ölmek için doğuyoruz, doğmamızın tek nedeni ölmek” değil mi diyorum. Hayır diyor.. Yaşadıktan sonra, ölmek için doğuyoruz diyor. Şuan yaşadığımı hissetmiyorum ve ölmek bile istemiyorum diyorum, ölüp ne yapacağım ki? Durduk yere ölmek için bir sebebim yok ve ben yaşamayı seviyorum. Ben sadece bir amaç yüklemiyorum artık. Amacım alındı, çalındı ve orada burada satıldı. Yok artık bir şey bende anlıyor musun” diyorum. “Anlıyorum ama bir şeylerin değişme vakti gelmedi mi artık” diyor. “ Ne gibi, neyin zamanı diyorum” ve “Benim zamanım” diyor. Umut etmek iyi bir davranış olsa da, “Umut” kötülüklerin en kötüsüdür der diyorum Nietzsche, bir anlaşılmak istenmeyen de o diyorum. “Evet onu anladığını sananlarda kendilerini kandırıyor ama artık benim zamanım geldi” diyor tekrar. Bu anlamlandıramadığım sahiplenme duygusu da nedir? Daha 1 saat önce farklı yollarda yürüyen bambaşka hikâyenin bambaşka karakterleriydik, nasıl oluyor da şuan onun zamanı geliyordu? Bu tarz şeyler filmlerde olmaz mıydı? Nasıl şuan benim başıma gelmişti, gözlerinin içine bakarken bunları düşünüyor ve yüzündeki tebessümü görebiliyordum. Kendisine olan özgüveni, Joe Satriani’nin gitar tellerinde parmaklarıyla dans ederken çıkardığı o melodilerle aynı hazzı hissettiriyordu bana. Peki dedim.. Ama buna şuan karar veremem.. Karar verebilecek kadar, karar verme cesaretim olduğumu sanmıyorum. Hayatıma bir yıkım daha ekleyemem, çöken binanın enkazından kurtulmak için bir çaba daha sarf edemem. Hayır, hayır buna şuan cevap veremem. Bu imkânsız. Bunu yapamam diye devam ederken Eylül masanın üzerinde kahve fincanını tutan elimi tuttu ve söze karıştı… “Şuan hissettiğin şey, içinde bir yerlerde sancılanma yapıyorsa ve tuhaf oluyorsan, miden de çok az bile olsa kramplara neden oluyor, kalp atışların hızlanıyor ve yüzüne ateş basıyorsa, evet, şimdi bir şeylere karar verebilirsin” diyor ve gözlerimin içine bakarak bir hayat konduruyor. Benim zamanım diyor gözleri. Hiçliğin içinde kaybolmuş gözlerime bakarken, yeniden hayata ben döndüreceğim diyor. Hayır, hayır, hayır.. Kafamı sallıyorum. Bu imkânsız. Hayır…! Buna bir kez daha izin veremem diyorum ve kafamı aşağıya indiriyorum.. Biraz sessizlik oluyor.. Ama hala eli, elimin üzerinde duruyor. Bu his hoşuma mı gitmişti, neden elini çekmiyordu, neden elimi çekmiyordum, neden bir şey demiyordum.. Sıkışıp kaldım, patlamak üzereyim, hayatımda ki boşluğun, dindirilemeyecek acının ve karanlığın içinde kaybolmuş bedenimin buna ihtiyacı mı vardı? Tam kafamı kaldırmak üzereyken, telefonu çaldı. Kısa bir an AC/DC şarkısı kafeyi neşelendirdi, ve “Efendim anne” dedi. Annesi aramıştı ve konuşmaya başladılar. Konuşmanın sonunda “birazdan kalkıp geleceğim, yarım saate yanınızda olurum” dedi. “Annemler” dedi, “tatile gidecekler, gitmeden önce biraz zaman geçirelim diye beni çağıyorlar, şuan buradan gitmek istemiyorum ama bu ilk tanışmış olduğumuz virgül olsun” dedi, “noktasını koymayacağız, sadece virgül tamam mı” dedi? Yüzümde bir tebessüm oluştu ve peki dedim. Telefonumu alıp, numarasını yazdı ve kendisini aradı. Tam telefonu verirken, “telefonun bildirim cenneti olmuş, bir bak istersen, merak edenin çok sanırım” dedi ve gülerek telefonumu geri verdi. Aynı anda bende güldüm ama asıl mesaj şuydu: “Ben geliyorum, dikkat et” Tabi ki bu mesaja bir karşılık vermeyecektim, birileri için bir şeylerden vazgeçme hakkımı çoktan kullanmış o evreyi çoktan geçmiştim. Ayağa kalkarken hesabı ödemek için kasaya yöneldim, bir kez daha elimi tuttu, sen değil ben ödeyeceğim, kahveyi ben ısmarlıyorum dedi, yüzündeki kararlılıkla baş etmek imkânsız görünüyordu, ikiletmedim, peki dedim ve hesabı ödedi. Beşiktaş’ta oturduğunu söyledi sokağa ilk adım attığında. Peki dedim, Vapur’a kadar sana eşlik edeyim ve yürümeye başladık. İkimizin yüzünde de aptal bir tebessüm vardı. “Kitap” okuyor musun dedim, evet dedi heyecanlı bir şekilde, “seni görmeden yaklaşık beş dakika önce Trevanian’ın Şibumi kitabını aldım” dedi. “Çok merak ediyordum, herkesin dilindeydi ve bende alıp okumak istedim, Vapur’a (Yolcu Gemisi) bindiğimde karşıya geçene kadar biraz okumak istiyorum” dedi. Şaşırmıştım, iki gün önce aynı kitabı bende almıştım ama başlamamıştım. “Bende aldım ama daha okumadım” dedim, “birlikte okuyalım o zaman, kitap hakkında bolca konuşuruz, zaten kendisini fazlasıyla konuşturtan bir kitap” dedim, “heyecanlı bir şekilde çok sevinirim” dedi. Benimde hoşuma gitmişti bu durum. Kadıköy iskelesine geldik, cüzdanından İstanbul kartını çıkardı, ve “bugüne virgül koyma zamanı” dedi, evet dedim, hala anlamlandıramadığım bu güne virgül koyma zamanı, “seninle karşılaştığım ve tanıştığım için içimde bir huzur var” dedi, bunun başka şeylere dönüşmesi, senin de aynı şeyleri hissetmeni çok isterim” dedi, ne diyeceğimi bilemedim, ve sustum, sadece aptal bir gülüş vardı suratımda, muhtemelen ben ne demek istemiyorduysam, suratım tam tersini söylemiş olacak ki, gözleri güldü ve bana sarıldı, vapur saati geldi gitmem gerekiyor artık dedi, aynı şekilde karşılık verdim ve yavaşça arkasını döndü yürümeye başladı, iki adım sonra tekrar döndü el salladı ve vapura doğru yöneldi. Vapur’a bindiğini gördüm ve bende arkamı döndüm, tekrardan Modaya doğru yürümeye başladım. Tam orada kalmıştık çünkü, Modaya doğru yürüyordum… İçimde bir şeyler kıpırdandı ama bunun nasıl olduğu, neden olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sokakta sizinle kaç insan tanışır da, karanlığın en dibine gömdüğünüz o duyguları tekrar çıkartır dı? Bunun cevabı bellidir, ya hiç ya da benim başıma gelen gibi çok nadirdir. Şarkı listemi gözden geçirdim, kulaklığımı kulağıma taktım, Modaya doğru yürümeye başladım, bir mesaj geldi, Eylül’dü “Tüm dünya vazgeç dediğinde Umut fısıldar; bir kez daha dene” yazıyordu. Yüzümde bir tebessüm oluştu, mesajı okuyup cebime koydum, daha sonra cevap verecektim sanırım, içimde bir şeyler oluşmuştu ve içimde bir defa daha hissetmeyi akıl dahi edemeyeceğim bir his uyanmaya başlamıştı.. Belki de dedim, Cicero haklıdır, ”Bir yerde yaşam varsa, orada umut da vardır.” Tam o esnada 6:45 yayınlarının önünden geçiyordum, içeriye bir selam çaktım ve “Kim lan bu Erol Egemen” dedim? İçeriden kahkahalar yükseldi. Aynı şekilde karşılık verdim. Kaybedenler Kulübüne üye olduğumuzdan, 6:45 de bizim mekanımızdı. Sonra yürümeye devam ettim.. Ellerim ceplerimde, şaşkın ama huzurlu bir şekilde yürümeye başladım, kara bulutlar toplanmış, yağmur yağmaya başlamıştı, boğuk ve karamsar havaları çok seviyorum ve yüzüme yağmur damlaları vurmaya başladı, 1 saat önce sadece damla olan bu yağmur tanecikleri, şimdi ise umudun damlalarıydı.. Ve Modaya doğru yürümeye başladım…
··
567 görüntüleme
Sezen B. okurunun profil resmi
Bu yazıyı okumak için 40 takla attım nerdeyse :)) Değdi mi peki? Hem de fazlasıyla. Yüreğine sağlık. Devamını bekleriz.
Murat Ç okurunun profil resmi
Biliyorum ne şartlar altında okuduğunu. Sağolasın.. :)) O cümbüşün içinde bir şekilde zaman ayarlayıp okuman çok değerliydi. Devamı bu hikaye olarak gelmeyebilir ama yeni hikayeler için bugün çokça destek aldım sizler sayesinde. Çok teşekkür ederim. :)
Esther. Sema okurunun profil resmi
Hikayede her türlü kendi hayranlıklarını katarak biraz hüzünvari ancak umutlu ki huzursuzluk çıksaydı pek huzursuz bir hikaye olacakmış:))) güzel bir hikaye çıkartmışsın. Kaybedenler Kulübüne selamlar :)) devamını bekliyoruz.:)
Murat Ç okurunun profil resmi
Güzel tanımlamışsın :) Aslında ben huzursuzluk bekliyordum ama anket dış mihraklar tarafından sabote edildi ve umut doğdu :)) Çok teşekkür ederim yorumun için... Sayın dinleyen Kaybedenler Kulübü'nden de sana selamlar :) devamı bu hikaye ile mi başka hikaye ile mi olur tam bilmiyorum ama yeni hikayeler için güzel teşvikler aldım. :)
ibiaryu okurunun profil resmi
Bi an taksinin altında kalıyon zannettim :(
1 önceki yanıtı göster
Murat Ç okurunun profil resmi
Vaktim gelmemiş, o yüzden yaşıyorum :)) Bilerek ekledim şibumi yi ehheh :)) ilk hikaye. Bakalım devamları nasıl olur. Kim bilir, belki de çıkar öyle bir kitap.. :)) yok yok çıkmaz :) Teşekkür ederim duygu karmaşası yorumların için :))
3 sonraki yanıtı göster
Li-3 okurunun profil resmi
Gelirsem İstanbul'a ilk seni bulup kokoreç ısmarlatacağım :) Eline sağlık hoş bir öykü olmuş. :))
Murat Ç okurunun profil resmi
İstediğin kadar yiyebilirsin.. Açık hesap :)) Çok sağol, teşekkür ederim beğendiğin için.. :) şimdi sıra senin öykün de :p gerçek bir yorumu hak ettin :))) işin şakası tabi ki, o değil de öyküler çoğalmış.. Çalışmaktan vakit kalmıyor sıyıracağım :/Okuyamadım geri kalanları..
3 sonraki yanıtı göster
Ebru Ince okurunun profil resmi
Çok güzel olmuş ..çok sevdim :)
Murat Ç okurunun profil resmi
Teşekkür ederim efenim, beğenmiş olduğunuz , okuduğunuz ve yorumunuz için. :)
2 sonraki yanıtı göster
Hatice okurunun profil resmi
Herkes de böyle bir tanışma bekliyormuş demek ki :) yorumlar yıkılıyor :) naparsınız umut fakirin kokoreçi işte :))
Murat Ç okurunun profil resmi
Şimal Hanım Canınız kokoreç mi çekti :)) Erhan Abi kurduğuna kuracağına pişman oldu o cümleyi :))
2 sonraki yanıtı göster
Cem Єren okurunun profil resmi
Kahve kokusu, kokoreç dumanının zorluğuna rağmen çok akıcı ve okunası bir hikaye olmuş. Ellerine sağlık hocam. Çok güzel olmuş çok beğendim. İçinde tecrübe kokan yaşanmışlık ile niçe ve cicero bile var daha ne olsun. =)) bu arada bunu saymayız başka eylül'lü günleri bekliyoruz. =))
1 önceki yanıtı göster
Murat Ç okurunun profil resmi
Cem kardeşim, ramazan ayını hesaba katmamıştım :)) Küçücük bir hikayeye Nietzsche ve Cicero'yu da sıkıştırdım. Biri umut yoktur derken biri de umut vardır dedi. Hikayede tabi ki yaşanmışlıklar da var, o sözler boş yere çıkmadı elimden sanırım :)) Hikayenin devamı mı yoksa başka hikaye mi kararsızım.. Onu düşünmem lazım biraz :) Çok teşekkür ederim yorumun için. Kokoreç dumanı altında yazdın ama hakkını helal et :)) çok sağol desteğin için.
Osman Y. okurunun profil resmi
Eline sağlık muhalif Murat Ç :) Avladın beni bu hikayeyle.. Çok samimi sahici içten , bunun 10 katı da olsa sıkılmadan okunur. Avrupa yakasındayım ben, Kadıköyle pek alakam yoktur ama nedense Moda'yı çok severim sırf orası için karşıya geçtiğim olmuştur. Kokoreçin de hastasıyım iyi mi :) yaklaşık 17 senedir aynı seyyardan kokoreç yerim, başkasına nadiren giderim aldatmış gibi hissederim kokoreççimi :) Mustafa'nın işi zor, baştan sona anlıyorum onu.. Mustafa demişken , Atatürk hayranlığının da farkında değiliz sanma. Ben belki Kemalist değilim, Atatürkçülük algım da farklı olabilir, doğrularının yanlışlarından fazla olduğunu düşünürüm ve saygıyla minnetle anarım. Atatürk'le ilgili muhabbetlerde de bir katkım olabilirdi ama sen öyle bir hegemonya şeklinde giriyorsun ki mevzuya biz kenarda kalanlara belki senin kadar sahiplenmeyenlere sıra gelmiyor. Hani Barış Manço'nun şarkısında dediği gibi, "tepsiyi biraz bu tarafa gönder müsade et de bi tadına bakalım" öyle yani :) Fazla mı uzattım , konuyu da nerelere getirdim :) Ama hikayenin formatı da bu değil miydi nerden nereye gelmek :) Lütfen daha çok hikaye yaz ve ama lütfen de diğer siyasi politik tarihi ve gündem mevzularında biraz daha orta yolu bularak hareket etmen ricamdır. Tekrar teşekkürler..
Murat Ç okurunun profil resmi
Kahkaha atarak okuduğumu belirteyim. Çok teşekkür ederim. :)) Avrupa yakasını da ben çok sevmiyorum. Önceden uzunca oralardaydık ama Kadıköy'ün huzuru hiçbirinde yok maalesef :)) benim düşüncem tabı ki bu.. Özellikle insan karmaşası ve trafik.. Hiç girmeyelim. :) Mustafa'nın işi baya zor. Yaşadığı şeyler onu dünyadan koparmış. Bir şey hissetmiyor. Sadece yapıyor. Ölmek istemiyor ama yaşamla da bir bağı kalmamış.. Mustafa adı 3 saniye içinde aklıma düştü. Ne olabilir di ki başka dedim? Doğru yere parmak bastın tamamen Mustafa Kemal'den geliyor. :) Tespitlerinde haklısın, tüm gücüm ve bildiklerimle konulara girebiliyorum. Karşı taarruz emri verilmiş ve ben en önde hücum ediyorum gibi oluyor. Kırmızı çizgim olması ve burada yapılan sıkıntılı yorumlar buna sebebiyet verse de sakin olmakta yarar var. Şahsıma küfür eden oldu ama cevap vermedim. Ama konu Atatürk olunca duramıyorum. Bu konuda Kendime sakin kalmam gerektiğini söyledim.. Bundan sonra da böyle kalmaya çalışacağım. Denemekten zarar gelmez.. :) Yok yok uzatmadın. Çok güzel yazmışsın. :) Bundan sonraki etkinliklerde elimden geldiğince katkı vermeye çalışacağım. Beğenmiş olunması ve yorumların güzelliği bana fazlasıyla destek oluyor şuan. Çok teşekkür ederim bu güzel düşüncelerin ve uzun uzun yazdığın yorum için.
Esra Koç okurunun profil resmi
"Ben dünyaya sırtımı çevirmiştim. Bağım -beklentim yok, istediğim - öngörüm yok. " Kendimi bulduğum satırlar. Çok güzel bi hikaye Murat Bey. Üslubunuzun sade ve akıcı olması tertemiz bi akış sağlamış. Bizimle paylaştığınız için teşekkürler.
Murat Ç okurunun profil resmi
Sade ve akıcı üslupla yazılan kitapları seviyorum. Söylediğinize göre bu da benim yazdığım hikayeme yansımış sanırım. Herkesin kendinden ufakta olsa bir şeyler bulmasını istemiştim. Bir kaç yorum bunu bana verdi ve hoşuna gitti. Kendinizden bir şeyler bulmanızın yanında okuyup yorumladığınız için çok teşekkür ederim.
Osman Y. okurunun profil resmi
Bir de hatırlatmasak olmaz bu hikayenin şarkısı yıllar önce söylenmişti.. youtube.com/watch?v=UwZ38vD...
Murat Ç okurunun profil resmi
Sayende sayın kolçak'ı da andık.. Teşekkür ederim. Eskilerden sevdiğim nadir parçalardan. :)
44 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.