Kutu Sığınağı
Temel odağını görmek ve görülmek üzerine alan bir roman. Kurgusunun genel özelliği de muğlaklık üzerinde ilerlemesi. Hikâyenin kontrast ayarı yüksek, derin bir fluluk hâkim. Bu anlatımın da yoğun oluşuyla birlikte okuyucuyu zorluyor. Olaylar belirgin bir düzleme oturmuyor. Tam bir şeyleri kafanızda bir yerlere oturttuğunuzu sandığınızda işler tekrardan karışıyor, kartlar yeniden karılıyor, olay ve karakterler farklı noktalara evriliyor. Bu yüzden kurguya en hâkim olduğunuz, olayları en iyi kavradığınız nokta, yeni bir karmaşanın, anlamlandırma sorunsalının başlangıcı demek. O anlamlı kurgu bütünlüğü hiçbir zaman da sağlanamıyor. Sonlara doğru iyice dağılıp küçük parçalara ayrılan hikayeciklerle kurgu tamamlanıyor.
Kobo Abe’nin burada başka bir derdi, başka bir önceliğinin olduğunu düşünüyorum. Kurguya bakarsak bazen adeta bir akıl-ruh hastasının penceresinden etrafı gözlemliyoruz bazen de genel bakış açısından duruma bakıyoruz. Hikâye net değil, belki sadece Kobo Abe’de net, belki de onda da net değil ve biz de, onun zihninin flu karmaşasına şahitlik ettik. Kopukluk gördüğüm bu yoğun anlatımda, Abe’nin en büyük amacı (ya da amaçlarından biri) görme ve görülme üzerine bizi düşündürmek, dikkatimizi o yöne çekmek. Kitabın en etkili kısımları da bu minval üzere yapılan felsefenin, akıl yürütmelerin olduğu yerler. Bu yüzden öylesine bir kitap deyip alelade bir esermiş tavrı gösterip geçemiyorsunuz. Etkisi ve özgün bir yanı var. Abe, izleme-izlenilme, gözleme-gözlenilme, dikizleme-dikizlenilme, teşhircilik-çıplaklık mevzularını daha fazla önemseyip üzerinde durduğu için kurgu bütünlüğünü kaybetmeyi göze alıyor. Sonlardaki küçük hikâyecikler, bu önemsenen mevzuları öne çıkarıp üzerine düşündürürken (ve hatta görme-görülme düşünce zincirini bütünlerken) kurguyu daha da parçalı bir hale getiriyor.
Kutu-Adam, görülmekten hazzetmeyen ama etrafı izlemek isteyen bir hali simgeliyor. Bunun çeşitli nedenleri olabilir tabi ki. Ancak vardığı sonuç toplumdan soyutlanmak, topluma bir gözlemci olarak ve arzu ettiği kadar katılmak . Bu açıdan kutu bir tür sığınak oluyor. İzlemenin izlenmekten daha tercih edilir bir durum olduğunu genele de dayandırıyor yazar ve “Birini dikizlemek genellikle hor görülür, çünkü dikizlenenin tarafında olmak istenmez. Kesif bakışların arasında kalırsan ve bundan kaçamayacak bir durumdaysan, karşılığında para istemen doğaldır. Sözgelimi, sinema veya tiyatroda seyredenler para verme, seyredilenler de para alma durumundadırlar. Kim olursa olsun görmeyi görülmeye tercih eder” diyerek bakmanın hele de görülmeden görmenin daha cazibeli olduğunu söylüyor.
Abe’nin üslubuna da değinelim… Bu okuduğum ikinci Kobo Abe kitabı. Yine kendine has betimlemeleri , gerçeküstü benzetmeleri ve anlatımı olan bir yazar gördüm karşımda. Duyulmayan sesleri duyan ya da çok düşük desibeldeki bu sesleri büyütüp o anda öne çıkaran Abe, benzetmelerini bu seslerle kuruyor. Kumların Kadını’nda da bu böyleydi burada da dikkatimi çekti.
Örneğin: “çürük bir dişle hava emmeye benzeyen bir ses duyuluyor”,
“Bu, kâğıttan bir maddenin yere düşerken çıkardığı sesinki kadar belli belirsiz bir sesti..”,
“Rutubetli bir çadır hışırtısı gibi bir ses çıktı.”
“bir pantolonun şemsiye sapıyla sallanmasına benzer sesler çıktı.” gibi.
FARKLAR VE BENZERLİKLER
Yazar, ele aldığı konular ve anlatım biçimi nedeniyle Kafka’ya benzetiliyor. Kumların Kadını’nda Kafka’nın Dava’sındaki gibi zor ve kuşatıcı bir olayın içine düşmüştü baş karakter. Burada da Kafka’nın böceğe dönüşen karakteri gibi Kutu-Adam’lığa dönüşerek toplumda farklı bir noktaya gelen karakterleri anlamaya, o pencereden dışarıya bakmaya çalışıyorsunuz. Farklı bir başkalaşım olduğu şüphesiz ve bu Abe’nin simgesel anlatımı.
Aynı zamanda bir doktor olan yazarın iki kitapta da gördüğüm kadarıyla kahramanları fotoğrafçılık yapan, fotoğrafçılığı seven kişiler ve kurgular hep gazete haberleriyle destekleniyor. Ayrıca buradaki karakterin doktorluk mevzusu da var. İki kitapta da ortak olan diğer şey, bunalım halinde olup toplumdan kaçmaya çalışan karakterleri anlatıyor olması. Bu kitabında ayrıca diğer kitabına göre cinselliğin daha fazla ön planda olduğunu söylemeliyiz.
Sonuç olarak, kitabın geneline ve kurguya hâkim olan belirsizlikle herkesin kendince bir sona varması, bir roman sonu bulması mümkün. Bu belki yazarın istediği bir şey belki de bu kısmıyla ilgilenmiyor. Çünkü O, görme ve görülme üzerine düşündürmeyi daha çok ön planda tutuyordu. (6.5/10)