Güzel bir inceleme olmuş, elinize sağlık ilk olarak. :) İntiharın salt toplumsal olduğunu düşünmüyorum. Tabi ki yadsinamayacak derecede toplumsal yönü de vardır muhakkak. Ancak önemli ölçüde bireysel yönü de vardır. Şöyle ki, hayatta anlam noktasinda derin sorgulamalara giren bir insan tatmin edici bir yanıt bulamıyor veya uretemiyorsa ona ne kadar güzel şeyler söylerseniz söyleyin bir ölçüde havada kalacaktır. Son yıllarda hormonal olayların da önemli derecede etkili olduğu ortaya koyuluyor ama salt serotonine indirgenemeyecegini düşünüyorum. Çünkü, bence mutluluğumuz kandaki serotonin ve benzeri şeylere bağlı olabilir ama onun seviyesi mi bizi mutlu kılıyor yoksa bizim hayattaki durumumuz mu onun seviyesini belirliyor. Yani varoluş üzerine derin şekilde düşünmeye başlamış bir insan eğer cevap bulamiyorsa ve bu, beynini beyni de kandaki serotonini etkiliyordur muhtemelen. Bunun dışında intihar bir sorun olarak görülebilir ama aynı şekilde hayatın kendisi de sorun olarak görülebilir. Hatta hayatın kendisi daha büyük bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. İnsan daha doğrusu onun yüksek bilinci ise sistemdeki hatadır. Çünkü insandan başka canlılar oturup varoluş vesaire düşünmez, yaşıyor gidiyor ve ürüyor en önemlisi. Evet en önemlisi uremek aslında soyu devam ettirmek yani hayatı devam ettirmek. Geri kalan aile, toplum, vatan millet sakarya, sınıf çatışmalari, zenginlik, fakirlik, ahlak, edebiyat, bilim, aşk, romantizm, din vesaire vesaire işin büyüsü veya birer maskesidir. Öte yandan acı duygusu insanı hayatta tutan en büyük etkenlerden birisidir. Geçen gördüğüm bir alintida, insan intihar ederken bile en acısız olanı düşünür diye. Acı bu kadar mühim bir faktördür. Biyolojimiz çünkü hayatta kal ve daha çok üre, soyunu yani hayatını devam ettir der, bunu ister. Her şeyi yapar bunun için. İnsan da hayatın bu kadar yavan olmasına katlanamaz az önce saydığım unsurlarla kendini kandırır durur ya da zaman öldürür. Ama gerçekten samimi şekilde neden sorusunu sorup sonuna kadar giderse, İntiharın değil hayatın gerçek sorun olduğunu ve kendi bilincinin bir hata olduğunu yani sistemdeki istenilmeyen bir gelisme olduğunu anlayabilir. Peki neden yaşıyoruz? Alışkanlık. Tanrilardan yediği ceza üzerine tekrar tekrar kayayı tepeye çıkarmak zorunda olan Sisifos gibi alışkanlıktan... İşte bu noktada toplum devreye girer. Yani doğduğun aile, ev, toplum; aldığın eğitim, mesleğin, evlilik veya aşk hayatın; hayatta kendini gerçekleştirme imkanı bulabilmen veya yaratabilmen (ki aslında insanın bunda payı sanildigundan çok azdir) ... Bunlarda da dibi gördüysen veya başarısız olduysan varolusun gerçeği daha da yüzüne çarpar yani varolusun gerçeği ile insanın arasına ördüğü duvarlar, taktiği maskeler birer birer yıkılır veya kırılır. Frodo'nun yüzüğü takınca göz halindeki Sauron'la karşı karşıya kalması gibi bir durum oluşur. Herkesin bir Sam'i de yoktur. Nihayetinde her insan yalnızdır zaten.
Sonuç olarak, İntiharın çözüm, sorun olup olmadığı veya nedenlerinin neler olduğu hayat nedir vesaire kişinin nereden baktığına nasıl baktığına, hayatına, kim olduğuna ve benzeri pek çok etkene bağlı olarak değişir. Bana kalırsa, yaşamak istemeyen insanlara acısız ölüm hizmeti de sağlanmalıdır. Yaşamak isteyen insanı idama götürmek ne kadar kötü ise ölmek isteyen insanı da yaşatmaya çalışmak o kadar kötüdür bence. Son olarak pişman olup olmama konusu, evet olan çoktur ama bu, dediklerimin tamamen yadsinmasini gerektirmez. Ayrıca dediğim üzere pişman olmak belki de biyolojinin yaşadığı şokla sana daha çok hakim olmasi veya hakimiyetini sağlamasi, ve göz olan Sauron ile arana pişmanliktan duvar örerek seni kandirmasidir, seni hayatta tutmak için yeni bir oyunudur. Kim bilir.