Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
Altınları, gümüşleriyle övünmeye.
Tam işleri dilediği düzene girer,
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler
Oysa ne kadar sakin bu
Ne zamandır seni seviyorum biliyor musun? Bana ilk defa “keşke yanımda olsaydın” dediğinden beri. Hayır eminim hoşlanma değildi bu. Seviyordum işte. Ne zamandır seni özlüyorum biliyor musun? İlk tanıştığımız günden beri. Ne zaman senden vazgeçtim biliyor musun? Gözlerimin içine baka baka yalan söyleyip alaycı gülüşlerinin ardındaki gerçeği gizlediğin zaman vazgeçtim. Ne zaman seni sevmekten yoruldum biliyor musun? Beni diğerleri gibi gördüğün ve diğerleri gibi olduğun zaman. Ve tek söylemek istediğim ben cidden sevmişTim seni. Uzun zaman önce..
Bu mektup yağmuru dinmeli artık, Milena!
Bizi serseme çeviriyor... Yazdıklarımızı unutuyor, hangi soruya karşılık vereceğimizi anımsamıyoruz...
Ne türlü olursa olsun, sürekli bir çarpıntı içindeyiz.
Çekçeni çok iyi anlıyorum, gülüşünü bile duyabiliyorum.
Zaten sözlerinle gülüşlerinin arasında bocalıyorum daha, ama sonunda sözlerin kalıyor ortada.
Unutma, niteliğimin temeli: Korku!
Gözlerinden pembe buğular saçarak, otuziki dişini gökyüzünün maviliğine batıra batıra gülemeyen binlerce, milyonlarca insanın onca gülüşü nereye gizlediklerini düşündüm o an. Bu insanların, dedim, ya gülüş pınarları kurutuldu bir bir, ya da gülüşlerini biryerlerde gizliyorlar..