Köktendincilik Batı Düşmanlarına Özgü Değildir
1. İlk kez 1997 yılı başlarında İtalyanca yayınlanan bu metin, “köktendincilik” kavramının sadece ve her daim Batı düşmanları ve özellikle de İslam kastedilerek, dogmatik ve banal bir politik içerikle kullanılmaması gerekliliğini vurguluyor. Metnin yayınlanmasından iki yıl sonra Yugoslavya savaşı patlak verdi. Bu savaşın nasıl
Sayfa 81-85
Arap Köktenciliği ve Haçlı Seferleri
Şimdi de Arap dünyasının son on yıllarına bir bakalım. Bu coğrafyada Batı sömürgeciliği süreci Birinci Dünya Savaşı ertesinde, yani tüm dünyada Ekim Devrimi'nin tetiklediği bağımsızlık süreçlerinin gelişimiyle aynı yıllarda başladı. Bu talihsiz zamanlama, hiç kuşkusuz Arapların ulusal aşağılanma duygusunu daha da pekiştirdi —özellikle de
Sayfa 79-80
Reklam
Ortaçağ’da intiharın iki yüzü vardır. Bu çağda, neredeyse sadece köylüler cezalandırılır, soylulara ise dokunulmaz gibi görünür, çünkü ikame yolları onları “kendini öldürme” zahmetinden kurtarır: turnuva, av, savaş, haçlı seferi, kendini öldürmek ya da intihar eğilimlerini yüceltmek için birer fırsattır, acılarından kurtulmak isteyen köylü ve zanaatçının elindeyse sadece ip ya da ırmak vardır. Dolaysız intiharlar bu yüzden onlarda çok daha fazladır
Halk Partisi'nin istibdat ve diktatörlük tarafından doğurulmuş ve yoğuruılmuş acayip bir karma olduğu malumdur. Devletimize "Osmanlı" adı yerine "Türk" adı bu parti tarafından getirilmiş olduğu halde bu parti su katılmamış bir Türk partisi olmadığı gibi zihniyet ve ülkü bakımından da Babil kulesinden farksızdı. Partinin en yüksek kademelerine, bakanlıklara, başbakanlıklara geçenler arasında Türk soyundan olmayanlar göze batacak kadar çoktu. Bunların, kendi soydaşlarını kayırmaları gözden kaçmıyor, Türk gözüktükleri halde Türkçülüğüe ve hele Türk ırkçılığına düşmanlık gütmeleri şiddetle dikkati çekiyordu. Halk Partisi, içine alacağı adamların mazisini, ırkını, ahlakını, siyasi düşüncesini hiç dikkate almıyor, yalnız şefe bağlılık istiyor, bu bağlılığın da gerçek olup olmadığını araştırmaya lüzum görmüyordu.
Sayfa 204Kitabı okudu
Yıldırım Bâyezid, Bizans İmparatoru İkinci Manuel'e bir ültimatom göndererek şehrin teslimini istemişti. Bu teklifin reddi üzerine şehri yeniden kuşatmıştı. Bu, O'nun Bizans'ı üçüncü kuşatışıydı. Fakat Boğaz'ın sâdece Anadolu yakasındaki bir hisar, Bizans'ın yardım almasını önlemeye kâfi gelmemişti. Bu yüzden muhâsara tahminlerden fazla uzamıştı. Diğer taraftan Bizans İmparatoru İkinci Manuel de İstanbul'da bir Türk mahallesinin kurulmasına, bu mahallede inşâ edilecek câmide hutbenin Yıldırım Han adına okunmasına, Türklerin dâvâlarına ayrı bir mahkemede ve islâmi esaslar dâiresinde bakılmasına, Osmanlılara yılda onbin altın “haraç” verilmesine râzı olmuştu. İmparator İkinci Manuel bu töâvizler sâyesinde tehlikeyi atlatmış fakat ilk fırsatta verdiği sözden cayarak düşmanca hareketlere girişmişti. Gerçekten Türkler'e karşı yeni bir Haçlı seferi tertiplenmesini temin maksadıyla seyahate çıkarak Avrupa'nın belli başa bütün merkezlerini dolaşmıştı. O'nun bu düşmanca hareketleri üzerine tekrar harekete geçen Yıldırım, İstanbul'u dördüncü defa olarak kuşatmıştı. Şimdi Timur belâsının ortaya çıkmasıyla bu kuşatmadan da vazgeçmek mecbüriyeti doğmuştu.
Bir insan aynı hareketi defalarca yaparsa sonunda alışır ve o hareket kendisine tabii gelmeye başlar. İsmet Paşa da yabancılara cemile göstere göstere nihayet bu, kendisinde huy haline geldi ve çevresindekilere de bulaştı. Böylelikle ikinci Cumhurbaşkanı'nın yanında Batı'ya karşı aşağılık duygusu besleyen bir zümre peyda oldu.
Sayfa 169Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.