Biz kitap yazmayız, kitaplarda bizi yazarlar hadi eyv hahhaha
Bütün insanlar dünyaya en azından bir kitap yazabilmek için gelmiştir, başka bir şey değil. İster sıradan ister çok özel olsun, önemi yok, yazmayan kişi yitik insandır, iz bırakmadan gelip geçer.
Bir kaç ay önce bir aile yakınımızı kaybettik. Her ne kadar akıl sağlığımı korumak için cenaze törenlerine gitmekten mümkün olduğunca kaçınsam da bu sefer gittim. İçimde, uzun zamandır sebepsiz bir ağlama isteği vardı. Durduk yere sokakta, otobüste, iş yerinde filan ağlarsanız insanlar delirdiğinizi düşünebiliyorlar ancak cenazeler bu iş için biçilmiş kaftan. Böyle yerlerde kimse size niye ağladığınızı sormaz. Ağlarımda kurtulurum diye düşündüm. Koyu renk kıyafetlerimi ve söz konusu ölüden tamamen alakasız kederimi giyinip cenaze evine adım attığımda, rahmetlinin karısı çevresinde toplanan kalabalığa, rahmetliyle hatıralarını anlata anlata ağlıyordu. Ölüm tuhaf şey tabii, onca zaman yanında olan insanın orada olmaması tuhaf. Tamda kadının maruz kaldığı bu ani yokluğa üzülüp ağlayacak gibi olmuştum ki, hikâyenin en dramatik anında, Feride yenge’nin ağzındaki takma dişler yerinden fırladı.