Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
otuz iki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe, yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.
Ahmed daha fazla konuşmamak için sustu ama Güzin Hanım işaret etti "Oku!" diye. Ahmed de, "Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden"i okudu. "Bu kimin?" dedi Oktay Rifat. "Bir arkadaşın" diye cevap verdi Ahmed Arif. Oktay Rifat çarpılmıştı şiire. "Korkunç, korkunç güzel bir şiir. Ben bu şiirle elli tane şiir yazarım" dedi. "Malzemeyi nasıl böyle hoyratça kullanıyor" diye sürdürdü konuşmasını.
Bunun üzerine Ahmed şu karşılığı verdi:
"Siz elli tane yazarsınız, sulandırırsınız konuyu, şiiri misrai. Bu boya ile elli resim yaparım diyorsun. O zaman bu şiir olmaz. Yani senin yaptığını sanma ki biz bilmiyoruz. Sen, Prevet'ten yürütüyorsun, Charles Nodier'den yürütüyorsun, sonra da yenilikmiş gibi sunuyorsun bunları."
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık... Ve zehir-zıkkım cıgaram. Gene bir cehennem var yastığımda, Gel artık...
.
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı, kınsız, uyanık,
Ve genç bir mısrâdır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdân,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp ne de yasak
Öylece bir gerçek, kendi halinde
Belki, yaşamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık...
Ve zehir-zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
.
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık... Ve zehir-zıkkım cıgaram. Gene bir cehennem var yastığımda, Gel artık...