Ailemin ötesindeki dünyada da yaşlılık sorunları ya da çocuklarına muhtaç olma gibi kavramlar yoktu. Gençlerin yaşlılara ayıracak zamanları hep vardı. Zaten, "zaman ayırma" diye ruhsuz deyimler de yoktu, ilişkiler kendiliğinden akardı. Yaşam süresi günümüze göre kısaydı. İnsanlar belirli bir yaşa geldiklerinde önce hastalanır, ardından hayata veda ederlerdi. Tıp onları daha uzun yaşatacak yöntemlere sahip olmadığından doğal ölünürdü. Dolayısıyla yaşlılar genellikle dinç insanlardı. Çevremde hiç bunama yoktu, Alzheimer zaten duyulmamıştı. Bazen filanca kişiye inme indi gibi şeyler duyduğum oldu, ama ite kaka yaşamaya zorlanmadıkları için zamanları dolunca hayatları sona ererdi. İstenmeyen yaşlı duyulmuş şey değildi, bu olguyla ilk kez Amerika'da karşılaştım.
…64 yıldır evli olan ama bu 64 yılın son 27 yılını birbirine küs olarak geçiren bir çiftin aşkından söz ediyordu bu haber.
Çeyrek asırdan daha uzun bir zaman önce başlayan ve etraftakilerin bütün gayretlerine rağmen bir türlü bitirilemeyen bu inatçı küslük hali ile aşk nerede birbirine bağlanıyordu peki?
Bu sorunun cevabı için acele etmeyin, hikâyenin devamını bekleyin.
Hikâyenin iki kahramanından biri olan kadın, bir gün aniden hayata veda edip gidiyor.
Hikâyenin diğer kahramanı, yani adam, bu acıyı ancak iki saat dayanabiliyor.
27 yıllık küslük ve iki saat arayla ölüm…
İnsan kendini ne sanıyor
Sevmek yeteneğine sahip diye
Ve acı çekmek yeteneğine
Özlemek yeteneğine sahip diye
Ve öleceğinin bilincine
İnsan kendini ne sanıyor
Ben kendimi ne sanıyorum