Bir, iki, üç, dört, beş, dönüş. Bir, iki, üç, dört, beş, dönüş: Yürüyorum, durmak, yorulmak bilmeden yürüyorum, hırsla yürüyorum, genellikle gevşek olan bacaklarım bugün gergin. Başıma gelenlerden sonra, sanki bir şey ezmek ister gibiyim. Ayaklarımla neyi ezebilirim ki? Altımda betondan başka bir şey yok. Hayır, böyle yürümekle pek çok şeyi ezebiliyorum. Yönetime hoş görünmek için bu kadar alçalabilen doktorun ödlekliğini eziyorum. Başka sınıfın acı ve sıkıntılarına kayıtsız kalan bir sınıfın kayıtsızlığını eziyorum. ... Belirli bir cinayet işlediği gerekçesiyle bir adam hakkında patırtılı yazılar yazın polis muhabirlerinin birkaç ay sonra aynı adamın varlığını bile unutabilmelerinin eziyorum. Suçlayanla kendini savunan arasında bir "hitabet oyunu" halini alan ceza mahkemeleri usulünü eziyorum. ... Hiçbir örgüt ya da kuruluşun bu yönetim sorumluluklarını sorguya çekip çürüme yolunda, iki yılda bir, neden mahkûmların yüzde seksenini yok olduğunu sormayışını çiğniyorum. İntihar, düşkünlük, devamlı açlık, iskorbüt, verem, delilik ve erken bunama teşhisleriyle imzalanan resmi ölüm raporlarını çiğniyorum. Kim bilir daha neler eziyorum ayaklarımın altında? Ama bütün bu olup bitenlerden sonra herhalde eskisi gibi yürümüyorum, her adımda bir şeyler çiğniyorum.
Unut, çünkü bunları çok düşünürsen insanlara kızmak ve belki, sonunda onlardan nefret etmek zorunda kalacaksın. Yalnız unutmak onları yeniden sevmene ve aralarında yaşamana olanak verir...
Reklam
Hiç bir dinsel eğitimden geçmemek, hristiyan dininin elif besini, İsa'nın babasının kimliğini, Meryem Ana'nın gerçek kişiliğini, babasının dülger mi yoksa deveci mi olduğunu bilmemek. Bütün bu cehalet tabakası, gerçekten arandığında Tanrı'ya rastlamayı engellemiyor. Rüzgarda, güneşte, denizde, ormanda, yıldızlarda, insanoğlunun beslenmesi için sağa sola bol bol serpiştirdiği balıklarda onu bulmak mümkün.
Müthiş bir susuzluk hepimizi kasıp kavuruyor, öyle ki, Chapar'la Deplanque, sonunda deniz suyu içiyorlar. Bu olaydan sonra, susuzlukları daha da artıyor tabii, içimizi buran açlık ve susuzluğa karşılık tek iyi şey, kimsenin yakınmayışı. Hiç birimiz de, diğerlerine öğütte bulunmuyoruz. Deniz suyu içmek isteyen, serinlettiği gerekçesile üstüne su serpen, deniz suyunun yararları daha da derinleştir-diği ve buharlaşmayla daha çok can yaktığını kendi kendine görüyor. Gözleri açık ve iyi olan yalnız benim. Bütün arkadaşlarımın gözleri iltihaplı, durmadan yapışıyor. Gözlerin kapanması, acıya rağmen deniz suyuyla yıkanmak gerektiğini doğruluyor. Çünkü gözleri açıp çevreyi iyi görmek gerek. Yakıcı bir güneş yaralarımızı öylesine kızıştırıyor ki, duyduğumuz acılara katlanmak imkânsız.
Kapıdaki delikten beni muayene eden, kapının bir metre ötesinde sırtımı döndürüp aralıkta kulağını uzatarak dinleyen sömürge doktorunu da gördüm. Sonra; kolunuzu çıkarın dedi. Kolumu çıkarmak üzereydim ki kendime duydugum saygıyla bunu yapmaktan vazgeçtim. Garip doktora; teşekkür ederim rahatsız olmayın, dedim. "Hiç gereği yok". Yaptığı muayeneyi ciddiye almadığımı anlatacak gücü kendimde bulabildim.
Ne kadar güç herkes gibi yaşamak, boyun eğmek herkes gibi herkese ayak uydurup yürümek kural diye şu iki ölçüyü kabul ederek: Zaman ve uzaklık.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.