Hoca, bir ağaca çıkıp bindiği dalı kesmeye başlar. Aşağıdan biri bu hali görüp:
— “Hoca ne yapıyorsun? Şimdi düşeceksin,” der.
Hoca buna hiç ehemmiyet vermese de akabinde dal çatır çutur kırılır, Hoca da paldır küldür düşer. Hoca yarasına beresine bakmayarak hemen fırlayıp o adamı bulur:
— Ay oğul anlaşıldı, sen erbab-ı mükaşefeden* bir adamsın. Madem ki benim düşeceğimi bildin, öleceğim vakti de bilirsin. İllâ benim öleceğim zamanı haber ver, diye yakasına sarılır, bırakmaz.
Herif yakasını kurtarıp yoluna devam etmek için:
— “Eşeğine odunu yükletip yukarı giderken eşek bir kere osurunca canının yarısı gider, ikincisinde hepsi çıkar.” Yolunda amiyane bir cevap verir, yoluna gider.
Bir gün Hoca zaten havanın sıcaklığından ve fevkalâde yorgunluktan bir halsizlik çekmekte iken o esnada eşeğin birinci zartasında** kendisinde ölüm alametleri hissedip ikincisinde büsbütün sinirleri boşanarak: “Eyvah! Ben öldüm,” der, kendisini bırakıverir.
Civar köylüleri Hoca’yı öyle bet beniz uçmuş, yığılıvermiş görünce başına üşüşerek “Biçare adam ölmüştür.” diyerek hemen köyden bir tabut getirip Hoca’yı tabuta koyarlar.
Şehre götürürlerken yolda çamurlu, sarp bir bataklığa tesadüf ederler. Yol çatallanıp birkaç geçit görünse de köylüler hangisinin daha iyi olduğunu kestiremeyerek “Acaba şuradan mı gitsek yoksa buradan mı?” diye istişareye koyulmalarıyla, Hoca tabuttan başını kaldırıp “Ben sağ iken şuradan geçerdim, ama yine de siz bilirsiniz.” demiştir.