Bir an aklından geçen bu fikir yüzündeki ışığı alır götürür.Baskalarının yazdığı hikayelerde figüranlık yapmaya alışmıştır Ahmet Muhtar.Kendi hayallerinin başrolünde olmak ürkütücü gelir.
HAİN!
Bu kadar kısa bir kelime nasıl bunca ağırlığı taşıyabilir? Telaffuzu bu kadar kolayken neden işitmesi bu kadar zordur? Peki , şikayet etmeye hakkı var mıdır? Kendisi seçmemiş midir bu yolu? Bile isteye omuzlamamiş mıdır bu yükü? İhanet ederken her şey iyidir hoştur da hain olduğunun ortaya çıkması mıdır canını yakan?
"Sen ölürsen ben üzülürüm Bahşı, üzüntüden ölürüm."
"Rakibinin ölmesi sevinilecek haldir arkadaş!"
"Sen canını sevgiliye sunar ve benden evvel ona ulaşırsan buna nasıl üzülmem Bahşı, seni nasıl kıskanmam.
Lalin'in aşkı, karanlık bir gecede kara taş üzerinde yürüyen kara karıncanın ayak sesi gibiydi, duysa da duymasa da, görse de görmese de damarlarında gezinip duruyordu.
"Bak dostum, aşk zalim bir hükümdardır, sen kalbini ona kul eylemişsin, sevgilinin hayalini hakikat sanıyorsun.Bunun için seni ayıplayacak değilim, yine okyanusa dalıp onu bir dalga sanıyor ve dalgalarla boğuşuyorsun.Allah'ım seni sahile çıkarsın!"
Sevincini kalbine sığdıramıyordu.Yüz bin tane ağzı olsa ,her birinin içinde yüz bin tane dil olsa, her dil yüz bin farklı lisanda şükretse ve yüz bin yıl yaşayıp bu şükre devam etse o andaki sevincinin ancak yüz binde birine denk gelebilirdi.Onu bulmuştu.